25 Eylül 2022 Pazar

Dizi Yorumu: The Uncanny Counter


Merhabalaar! Bugün burada, fantastik konusu ve heyecanlı olay akışıyla kalbimizi fetheden The Uncanny Counter'ı konuşacağız, bir diğer adıyla Şeytan Avcısı'nı yani.

Ben bu diziye ilk olarak geçen yaz başladım, ama kışın oydu buydu aaa bu da yayınlandı derken uzuuun bir ara verdim. Bir de öyle saçma bir yerde bırakmışım ki tam en heyecanlı, en aksiyonlu yerleri geliyormuş yani. O yüzden siz sakın bırakmayın, bir başlayın bitirin hemen. Ben bir tesadüf sonucu görüp başladığım için çok memnunum, eminim siz de bitirince çok seveceksiniz.

The Uncanny Counter, tam 2020 Kasım'ında yayınlanmaya başladı. Pandemi yüzünden de türlü etkinliklere yöneldiğimiz dizilerde o günlerin yıldızlarından biri de bu diziydi, sürekli ismini duyuyordum, herkes deli gibi izliyordu, top 10'dan inmiyordu falan. Yazın yoğunluğum biraz azaldığında ben de rastlayınca, izlemeyi düşündüğüm diğer dizileri sallayıp bunu izlemeye başladım.

Bu kadar çok sevildiği için ikinci sezonu da gelecek, onaylandı. Yalnız çekim tarihleri konusunda ya yeni bilgi yok, ya da ben duymadım. Ama yine de onaylandığını ve tüm oyuncuların kabul ettiğini bilin, yeter. Sonbaharda başlayacak diyorlardı çekimler. Eğer Sejeong'un Today's Webtoon'unun çekimleri bittiyse, eli kulağındadır. Heyecanla bekliyorum, umarım ilk sezonun üstüne çıkabilecek bir iş olur. Zaten ilk sezondan gördük ki ekibin iletişimleri kamera arkasında da çok iyi. Eh birbirlerine alışık olduklarına göre format da belli, benim inancım tam, bomba gibi bir sezon olacak! Tek gereken iyi bir senaryo.
(Sonradan gelen edit: Bundan da çok emin olmamakla beraber tüm oyuncuların kabul ettiğini yalnız Sejeong'un hala teklifi değerlendirdiğini, net bir şey söylemediğini belirten kaynaklar da gördüm. Bilemiyorum altan, görüciiz.)

Tavsiyem hemen başlayın. İkinci sezonu gelmeden önce yerinizi alın. The Uncanny Counter, tek düze dramalardan sıkıldığınız zamanlarda çok iyi gelecek, heyecanlı bir kovalamaca öyküsü. Ben severek izledim ve bu tip konulara daha çok eğilseler neler çıkabileceğini hayal ettim. Polisiye, aksiyon ve fantastik konular sevenlerin çok severek izleyeceği bir dizi olmuş bence.


The Uncanny Counter
Yönetmen: Yoo Sun Dong, Park Bong Sub
Senarist: Jang Yi (webtoon yazarı), Yeo Ji Na (1-12. Bölümler), Yoo Sun Dong (13. Bölüm), Kim Sae Bom (14-16. Bölümler)
Yayıncı: OCN
Bölüm Sayısı: 16 Bölüm
Yayın Tarihleri: 28 Kasım 2020-24 Ocak 2022

Konunun çok uzatılarak anlatılacak bir şeyi yok aslında. Bir ramyeon dükkanı işleten ve kendilerine "avcı" yani "counter" denen özel yetenekli insanları konu alıyor dizi. Bu avcıların özel güçleri var ve görevleri de içlerine kötü ruh giren insanları kurtarmak ve kötü ruhları yakalamak.

Şimdi böyle anlatınca biraz basit durdu ama izlerseniz anlayacaksınız ki hiç öyle değil. Dizinin yönetmenlerinden olan Yoo Sun Dong, Bad and Crazy'nin de yönetmeni, aynı zamanda ikinci sezonda da koltukta o olacak, aksiyon konusunda deneyimli yani. Senaristlerin niye böyle zırt pırt değiştiğini ise inanın bilmiyorum ama tabi ki etkileri yansımış. İkinci sezonda daha stabil bir senaristle çalışırlar muhtemelen, şimdilik kim olacağı belli değil.

-spoi içerebilecek olan ve muhtemelen de içerecek olan alan-

So Mun (Jo Byung Kyu)

Jo Byung Kyu'yu daha önce hiçbir yerde izlemedim ama bu benim problemim. Çünkü kendisinin baya iyi bir geçmişi var dizi film anlamında. Arthdal Chronicles, The K2, Hot Stove League, Sky Castle (hatta zamanında rol arkadaşıyla çıkmışlardı da, hem iş hem eş ahahah sonra ayrıldılar bildiğim kadarıyla) Ay bir de ne kadar genç görünüyor ya... Ben dizide liseli falan diye gerçekten minicik sandım bu çocuğu, o kadar da minicik değilmiş, 96 doğumlu kendisi.
So Mun öyle bir karakterdi ki... Her bölümde dedim ki böyle bir çocuğum olsa keşke... So Mun çok düşünceli, hisli, doğru bildiklerini savunmaktan asla korkmayan adil bir çocuk. İkisi de polis olan anne babasının o çok küçükken bir kazada ölmesi sonucunda büyükannesi ve büyükbabasıyla yaşamaya başlamış. Ona bu kazadan bazı kabuslar ve bir de hafifçe aksayan bacağı kalmış, o yüzden koltuk değneği kullanıyor. Her şeye rağmen öyle güzelce büyümüş ki... So Mun'u inanılmaz sevdim. Bir kere her fantastik dizide gördüğümüz kahramanların hepsine tek atar. Bu kahramanlar genelde salak ve tek başına kahraman olmaya meraklı olurlar, aynı zamanda manipülasyona da çok açıktırlar. Kahraman olmalarına rağmen ne hikmetse en önemli yerlerde açık verirler. So Mun o kadar kararlıydı ki, asla böyle olmadı. Yiyim mi bir kere seni, oğluşum. Aynı zamanda inandıkları için çabalaması da çok takdire şayandı. Son bölümlerde nasıl da çalışıyordu Ji Cheong Sin'i alt edebilmek için. Ben senden razıyım Mun ya. Çok sevimli, neşeli, bıcır bıcır bir tip So Mun. Binbir çeşit mimiğiyle şirinliğin doruklarında geziyor. Hem arkadaşlarına hem ailesine karşı çok korumacı. Her şeye rağmen çok sevilerek, el üstünde tutularak büyüdüğü belli.

Şunun bebecikliğine bakar mısınız?
So Mun'un bizimkilere katılması da epey ikonik bir şekilde gerçekleşiyor tabi. Taşıyıcısını kaybeden Wigen'in ruhu, So Mun'un bedenine giriyor. Saçları kıvırcık oluveriyor birden. Bu çok alışılmadık bir durum bir yandan da, çünkü genelde bu ruhlar artık ölmüş sayılan, komadaki bedenlere giriyorlar. O yüzden avcılar Mun'a seçenek sunuyorlar, başka bir hayatı ve seçeneği olduğu için. Baştan istemiyor, kabul etmiyor ama sonradan ikna oluyor. Kırık ayağını da iyileştiren şifacı Chu Mae Ok sayesinde Kore'nin ası, counter So Mun doğuyor. İyi ki de öyle oluyor çünkü Mun'un tek özelliği hızlı koşabilmesi ve genç oluşu değil, aynı zamanda avcıların güçlü yanı ve alanı olan 'bölge'yi çağırabilmesi.
Yalnız Jeong Gu öldüğünde onun ruhu So Mun'un içine girdiğine göre bir seviye artışı olması gerekmiyor mu? Kötü ruhlar bile seviye atlıyor, bu çocuk niye atlamadı?

Ga Mo Tak (Yu Jun Sang)

Şimdi hiçbir şey söylemeden bu adamın elli üç sayıyla 53 yaşında olduğunu söyleyeyim de siz şimdiden şoklanmaya başlayın, sindirin bu bilgiyi... Bu adamın yaptığı hareketlerin üçünü yapsam kemiklerim çıkar, ne fit be.
Ga Mo Tak grubun babası ve en heyecanlı, en tez canlı olan adamı. Kıpır kıpır, her an mevzuya hazır, kavgaya gitsem ilk alacağım adam ahahshah Eskiden bir polismiş ancak geçirdiği kaza sonucu komaya girmiş, neler olduğunu da hatırlamıyor, geçmişini tamamen unutmuş durumda. Sonra biraz So Mun biraz da Ha Na sayesinde hatırlıyor her şeyi, eski sevgilisini bile.
Aslen So Mun'un babasıyla tanışıyormuş Mo Tak. Ancak ikisi de yolsuzluk ve cinayet gibi suçları olan siyasilere ve bölgenin kalbur üstü adamlarına bulaştıkları için "ortadan kaldırılmışlar". Mo Tak, So Kwon kadar şanssız olmamış ve komadayken Yung'dan birinin ruhu içine girmiş, o da az deli değildi ha, ruh da sahibine benziyo herhalde.
Dizi boyunca en çok kayıbı da Mo Tak verdi ya. Zaten arkadaşı ölmüş, dizinin başında avcılardan Cheol Jung da öldürüldü bir de kötü ruh tarafından yendi adam, sevgilisi öldü, son bölümlerde yine arkadaşı olan Jeong Gu öldü... Gelen vurdu giden vurdu adama.
Mo Tak benim en sevdiğim karakterlerden birisiydi. Kendine güveni, her şeyi şiddetle çözebileceğine olan inancı (beni çok güldürdü ahahahah), sevdiklerini korumak için her şeyi yapması, Mun'u bir baba gibi koruyup kollaması falan çok tatlıştı bence. Ay bir de, Mo Tak olayları hatırladıktan sonra da Mun'a "Baban aynı sana benziyor." dediğinde, Mun'un ağlayarak, "Hayır, ben ona benziyorum." deyip sarıldıkları sahne çok komikti, epey güldürdü beni ahahahshsh

Do Ha Na (Kim Sejeong)

Şahsen ben bu diziyi izlemeye başladığımda Sejeong hakkında nötrdüm. Ama arada Business Proposal izleyince ikna oldum Sejeong'un oyunculuğuna. Shin Ha Ri ve Do Ha Na gibi ikisi de farklı uçlarda karakterleri böyle güzel canlandırdığını görünce takdir ettim. Oyunculuğu gayet iyiydi. Dublörü mü kendisi mi bilmiyorum ama ikisinden birisi fena estetik dövüşüyor bu arada ahahahaha
Do Ha Na, başarılı bir avcı. Özel gücü bölgenin yakınlarında bir kötü ruh olup olmadığını görebilmek. Aynı zamanda hikayesini tam olarak öğrenemediğimiz bir karakter, aşırı da merak etmiştim. tüm aile intihar etmişler sanırım anladığım kadarıyla. Zaten Ha Na ailesiyle ilgili konuşmaktan hoşlanmayan ve kendisinden bahsetmeyen, ketum bir kız. Tam bir çetin ceviz. Daha fazla deyim ve atasözü kullanmak istemiyorum ama gerçekten kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyenlerden ahahahah Öyle ama napabilirim. Dövüş yeteneklerine ve kendine çok güveniyor, benden bir artı puan geldi o yüzden, u go girl.
Ha Na'nın da gittikçe ekibe güvenip kendini açması beni mutlu etti. Finalde ailesinin resmini, diğerleriyle olan resmin yanına koyabilmesi bile Ha Na için çok büyük bir adım aslında. Tek büyüyen ve olgunlaşan Mun'umuz değildi sonuçta. Son olarak bir de Ha Na ve Mun ilişkisi sinyali çakıldı bize ama bence gerek yok. İyi bir senaryo yazarlarsa aşk hikayesine gerek bile kalmadan uçar gider ikinci sezon, suyu bulandırmaya gerek yok derim ben.

Chu Mae Ok (Yum Hye Ran)

Yum Hye Ran'ı daha önceden When The Camellia Blooms'da izlemiştik. Orada çok dişli bir karakteri oynuyordu, Avukat Hong Ja Young, bildiniz mi?
Grubun annesi, şefkatli ellere sahip olan ve muhteşem ramyeon pişiren o kişi; Chu Mae Ok! Chu Mae Ok'un özel gücü şifalı eller. So Mun'un aksayan bacağı da dahil herr türlü yarayı bereyi iyileştiriyor. O yüzden kötü ruhlar dışında dövdükleri biri olursa hafızasını silip yaralarını iyileştiriyor böyle de bir melek. Zaten So Mun'un bacağı da yalama oldu artık, üç kere falan düzeltmiştir bu kadın.
Chu Mae Ok özel gücü sebebiyle dövüşte çok iyi olmayan bir karakter, genelde ilk ekarte olan bu teyzem oluyor. O yüzden hep korktum bir şey olacak diye ama neyse ki olmadı bir şey. Bir kere Mun'u iyileştirirken çok hırpalandı, saçları falan beyazladı, onun dışında iyiydi.
Onun ruhu oğlunun ruhu. Bu Yung meselesi de çok kopuk olan olaylardan biriydi ya bu arada. Bu Yung'dakiler ne elçi mi, aracı mı ne abi bu ruhlar, milletin içine kaçıyorlar falan. Bunlar ulvi varlıklarsa bu teyzemin oğlu nasıl girdi aralarına, atandı da mı gitti nasıl ya? Dizide her şeyi biraz biraz anladım ama bu Yung'dakiler deli etti beni. Hem ne oldukları belli değil hem de her şeyi devletten bekliyorlar. Lan dört tane avcı, ne yapsınlar tek başlarına. Azıcık da yardım ediverin.
Her neyse, biraz doluyum bu konuda. Yung'a ayar olduk durduk yere. Ama yine de anne oğul olmalarının sonucu olarak en iyi ilişkiye sahip ruh (ya da her neyse) ve taşıyıcı bunlardı. Chu Mae Ok aynı zamanda ekibin denge noktasıydı kesinlikle. Tüm üyeler arasında ve üyelerle Yung arasında dengeyi ve orta yolu o buluyordu. Gerçek bir ponçik.

Choi Jang Mul (Ahn Suk Hwan)

Bu adam hakkında söyleyeceğim çok bir şey yok ama kral bir abimizdi. Karun kadar zengin, avcıların arasında efsane ve şimdi de avcıların finansal desteği, aktif olarak başka bir şey yapmıyor. Chu Mae Ok'a yanık bir de ashahshha Yalnız son bölümde bizimkilere takım elbise diktirmekle nereye varmak istemektedir? Eşofmanla dövüşmekle takım elbiseyle dövüşmek arasındaki konfor farkını tartışmak bile istemiyorum...

Genel Yorumum

Karakterler hakkında konuşmayı bırakıp da bir genel yorum yapmak gerekirse önce sevmediğim şeylerden başlayayım öyleyse.

Sevmediğim kısımlardan ilki konunun işleniş tarzı sanırım. Sevmedim değil de, beklediğim gibi değil daha doğrusu. Supernatural hastası bir insan olarak konuyu ilk okuduğumda her bölümde ayrı bir kötü ruh hikayesi olur, arka planda ana hikaye işler diye beklemiştim. Supernatural ilk üç sezon falan gibi yani. Ama o şekilde olmadı, bazen üç bölüm arka arkaya hiç kötü ruh olayı olmadı bile, varsa yoksa Ji Cheong Sin ve olay yine yolsuzluk yapan rüşvet alan siyasetçilere bağlandı. Yani yolsuzluk hikayesi izlemek istesem gider Vincenzo izlerim ne bileyim You're All Surrounded falan izlerim, polisiye diziler gırla. Zaten hiç sevmem bu tip hikayeleri. İnsan fantastik dizilerde de fantastik şeyler izlemek istiyor bir yerde. O yüzden bu beklentim boşa çıktı. Bu yönden biraz hayal kırıklığına uğradım şimdi yalan yok.

Bir diğer sıkıntı ise senaryonun dalgalanmalarını gördük birkaç kere. Yani hikaye tam bir yere kayacak, sanki bir başka el çekiyor hikayeyi başka bir yere odaklıyor, bir süre böyle yalpaladı durdu. Ya da bazı olaylar bölümlerce süründü, bazı büyük olaylarsa birden pata küte çözüldü falan. Bunun en büyük etkisi de birkaç senaristin elinden çıkması elbette. Mun lise öğrencisiydi ilk bölümlerde, sonra ne okula uğrayan kaldı ne gelen giden. En son avcılığının iptal edilmesi bölümünde arada bir gördük, sonra yine yok. Mun'un arkadaşları da yine bu doğrultuda bir görünüp bir kayboluyordu.

Bu senarist değişikliğinin ve dalgalanmaların şöyle bir handikapı da vardı ki o da hikayenin temposunun da değişmesiydi. Üç bölüm çok akıcı diyelim, sonra üç bölüm ittire ittire gidiyor. Bu da fantastik aksiyon dizileri için en olmaması gereken şey. Benim bu diziye uzuunca bir ara vermem biraz da bundan kaynaklıydı. Fantastik-aksiyon türü bir dizinin seni alıp son bölüme kadar sürüklemesi gerekir olay budur. Ama The Uncanny Counter'ın ortalarında bir yerde halat koptu. Başı ve sonu hakkında söyleyeceğim hiçbir şey yok, muhteşemdi ama ortalardaki düşüş üzdü biraz. Bazı konular sürekli tekrara düştü, süründü de süründü. Tüm kötülerin son bölümde layığını bulması mesela. Teker teker gitselerdi de biraz içimiz soğusaydı. Bekle Allah bekle, kimseye bir şey olmuyor, sinir oldum bu duruma. Umarım ikinci sezonda bu senaryo ve senarist işini çözerler de sağlam bir kurgu izleriz. Bu sezon çok güzel olmasına rağmen senaristlerin sık değişmesi diziyi de baltalayan bir sorun. Eğer sağlam ellerden çıkan bir senaryo izlersek o zaman şahlanır muhtemelen dizi.

Jeong Gu'nun ölmesine de çok üzüldüm. Ama onun öleceği çok barizdi be. Böyle dizilerde genelde ana kadrodan kimsenin ölmemesi gerekiyorsa böyle son bölümlerde birini dahil edip onu öldürürler ki "Bakın biz de ölümsüz değiliz, bizim de kayıplarımız var." demek için. Kurdu olduk artık bu işlerin. Ama yine de, öleceğinden senaryoyu ben yazmış kadar emin olsam da olayları izlerken üzüldüm. Bunu pek hak etmemişti.


Sevdiğim şeylere gelelim öyleyse.
Hikayede, fantastik evrenden kaynaklı kopukluklar olsa da böyle fantastik bir konuyu işlemelerini takdire şayan buluyorum. Koreliler fantastik öyküleri ve zaman yolculuğu temasını çok sevse de genelde bunu romantik bir temanın alt zemini olarak veriyorlar, Goblin, Master's Sun ve My Love from the Stars aklıma gelen ilk ve en ünlü örnekleri. Ama fantastik bir temayı temel öge olarak işleyen ve böyle keyifli bir kovalamayla veren üç beş dizi var iyi bir iş denilebilecek. O yüzden ben bu dizinin başarısını biraz da ele aldığı konuyu işlemeyi başarabilmesine bağlıyorum. Zira başka hiçbir şey, ikinci sezon onayını almasını sağlayamazdı.

Çekim açıları ve sahneleri çok çok iyiydi, iyinin de üstündeydi hatta. Bu da bir başka artı. Görsel efektleri en iyi kullandıkları yer ise Mun'un çağırma özelliğine sahip olduğu rengarenk bölgeydi sanırım. Bazı çekim hataları vardı ama çok doğal, sürekli değişen çekim açılarında yapılabilecek en iyi işi yapmışlar, o kadar kusur kadı kızında da olur. 

Dizi bir aksiyon dizisi ve belki de en kilit sahneler dövüş sahneleriydi çünkü karakterlerimiz bu işi bu şekilde yapıyorlar. Dövüş sahneleri çok çok iyiydi! Hepsi öyle güzel dövüşüyorlardı ki izlemeye doyamadım, şiir gibiydi tam anlamıyla. Bir de anladığım kadarıyla oyuncular bu işi cidden ciddiye almışlar. Bazı sahnelerde dublör kullansalar da dövüş akademisinde eğitim almışlar, hatta sevenleri varsa My Name ve DP oyuncularıyla aynı akademide eğitim alıyorlarmış. Bu tüm dövüş sahnelerinde izleyiciye yansıdı, eğitim aldıkları belliydi.


Sevdiğim bir diğer kısmı ise dizinin izleyiciyi hemen yakalaması. Genelde fantastik dizilerin ilk bölümü kendini sıradan zanneden ana karakterin özel gücüne ikna edilmesi çabası üzerinden ilerler, pilot bölüm olduğu için biraz ağır aksak, durağan ve sıkıcı geçer. The Uncanny Counter'ın ise ilk bölümü bile o kadar etkileyiciydi ki sıkılmaya bile vakit bulamadan üç bölümü birden izlemiştim. Bu yönden de artı bir puan aldı benden. 

Bir başka sevdiğim husus ise karakterlerin birbirlerini tamamlamaları. Dışarıdan bakınca sıradan bir aile gibi görünen ama birinin özel gücünün bir diğerinin zayıflığını tamamlaması hikayesi güzeldi. Mo Tak ve So Mun'un arasındaki ilişkiyi çok sevdim, baba oğul gibi olmuşlardı artık. Hatta Mun, Ji Cheong Sin'i Yung'a götürmek için bölge açıyordu ya Çocuk Evi'nin önündeyken. O bölgeyi açarken yüzündeki ifade Mo Tak'a o kadar çok benziyordu ki inanamadım. Sevdim iletişimlerini. Takım ruhu açısından da süperlerdi, birbirlerine ne kadar güveniyorlardı. Yine grup olarak da çok komiklerdi. Özellikle de son bölümde, kötü ruh yakalamak için bütün ülkeyi gezmek zorunda kaldıklarında. Ay ikinci sezon böyle olsun ya, Supernatural Korea resmen ahahaha

Son bölümü çok sevdim, izlemesi inanılmaz keyifliydi. Dövüş sahnesinin bölümün açılış kısmında geçip tamamen bitmesi harikaydı bir kere. Ayrıca şiir gibi dövüş sahneleri çekmişler, soluksuz izledim ya! So Mun'u o kısımlar için ayrıca tebrik ediyorum. Daha önce manipüle edilmeye karşı bu kadar dirençli ve tek başına kahraman olmak yerine takımına güvenen bir kahraman izlememiştik, ilaç gibi geldi. Ne olursa olsun aklının bulanmaması harika bir ayrıntıydı.
Finalin en güzel kısmı bölümlerdir beklediğimiz ve So Mun'un amaç edindiği anne baba buluşma sahnesiydi. So Mun'u tanımazlar diye çok korktum ama annesi tanıyıp "Oğlumu tanırım tabi." deyince benim gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Hele de "Bensiz nasıl bu kadar büyüdün?" demesi... Mun'un oradaki oyunculuğu da onu benim için ayrı bir yere koydu. O nasıl bir ağlamak, nasıl bir iç dökmektir... Harikaydı, beni de ağlattı cidden. "Anne, baba. Artık benimle gurur duyabilirsiniz." :")
Bir diğer güzel kısımlar ise herkesin layığını bulmasıydı sanırım. Hiçbir kötüye üzülmedim, beter olsun hepsi ahahahah Belki biraz Hyeok U için üzülmüşümdür o da yaptıklarına saysın canım, napalım yani.
Bölüm yine başladığı gibi, savaşarak bitti. Ama zaten olması gereken de buydu. Kötülük hiç bitmez. Ama biz, onunla savaşarak inandığımız şeyleri koruyabiliriz. Sessiz kalmayarak, görmezden gelmeyerek. Mo Tak'ın da dediği gibi; "Ama unutma, bir kötülük gördüğünde sessiz kalmak da kötülüktür."
 

Dizinin üç şarkıdan oluşan bir ost listesi vardı. Aksiyon sahneleri çoğunlukta olduğu için genelde karakterlerin theme müzikleri kullanılıyordu. Ben şarkıları ekleyeyim ancak sahne içlerinde çok duymadık, onu da söyleyeyim. 

The Uncanny Counter Opening: Bu şarkı dizinin açılış jeneriği, zaten dizinin havasına en uygun ve en çok duyduğumuz parça, sözsüz.
Dvwn-No Problem
Sejeong-Meet Again
Isaac Hong-Close Your Eyes

Ben The Uncanny Counter'ı çok sevdim. Genelde fantastik konuları romantizmle yoğuran dizi sektörüne yeni bir soluk olduğu için, tüm karakterleri güzel yazıldığı için ve yer yer temposu düşse bile bize epey keyifli bir kovalamaca izletmesini sevdim. Bence herkesin izlemesi ve ikinci sezonun takipçisi olması gerekiyor. Çünkü bu macera yeni başlıyor!












Rönesans tablosu ahahhahah






:")







Ağlarım...




Tatlış mısın?


"Arada bir de olsa duygularımızı yaşayabilmek önemli. Acılarını fark etmemek için uğraşsan da bir yere gitmiyorlar. Kalbinin köşesinde durmaya devam ediyorlar ve canını yakıyorlar."


"Evet, dünya kötü ruhlarla dolu. Ama birbirimizle gülüp sohbet edip yaşamak için biraz vaktimiz de oluyor. Hayat bu işte."


7 Eylül 2022 Çarşamba

Dizi Yorumu: Sweet Teeth


Herkese bolca selam! Bugün yeni bir dizi yorumuyla geri döndüm. Çok yoğun olduğum bir dönemde bir yerde görmüştüm bu diziyi. Konusu falan hoşuma gitmiş, bir kenara yazmıştım izlemek için. Geçenlerde Shooting Stars'ı da bitirince dedim ki kaydetmişim bir bakayım nasıl bir diziymiş. Bu şekilde izledim.

Bu aralar Çin dizileri izlemeyi seviyorum. Bir listem var, oradan ara ara seçip izliyorum. Çoğu çerezlik, bu şekilde diziler ama bu diziler beni gerçekten rahatlatıyor. Bu dizinin de hayata dair, ilişkilere dair, aşka dair tespitleri çok hoşuma gitti mesela. Genel olarak Çin dizilerinin havasını sevdim. 

Çok bir beklentim olmadan başladığım dizi birden bir açıldı, bir içine çekti beni anlatamam. Yuvarlanır gibi izledim bölümleri, arkası arkasına ekledim resmen. Öyle sevdim, öyle beğendim ki. Çin dizilerini kendi içinde bir sıralamaya sokarsam, bu dizi şimdilik Dream Garden ile beraber zirveye oturur sanırım. Hatta belki, şeytani kötülükler barındırmamasıyla Dream Garden'ı az buçuk sollar, Gong Jun duymasın.


Sweet Teeth, 16 Ağustos ve 25 Ağustos 2021 tarihleri arasında haftada üç bölüm olmak üzere yayınlanıyor. Toplama 22 bölüm ve bölüm uzunlukları genelde 30-40 dk. arasında değişiyor. Konusuna gelecek olursak Zeng Li (Wu Xuan Yi) Donghu Üniversitesi'nde bir kütüphaneci, aynı zamanda arkadaşlarıyla işlettiği Carol's adında bir kafeleri var. Kafelerindeki bir çalışanın diş hekimi olan sevgilisiyle kötü biçimde ayrıldığını duyuyor ancak bir yanlış anlaşılma sonucu onun üniversitenin en yakışıklı öğretim görevlisi ve diş hekimi Ai Jing Chu (Bi Wen Jun) olduğunu sanıyor. Annesinin ise onu dişlerini yaptırmak için dişçiye götürmesiyle Ai Jing Chu'nun düşündüğü gibi bir insan olmadığını görüyor.
Dizi Mu Fu Sheng'in A Speck Amid the Dust of the World
 isimli kitabından uyarlanmış.

-spoispoispoispoi-

Zeng Li (Wu Xuan Yi)
Dizinin konusunu ilk okurken oyuncular arasında Xuan Yi'yi görünce şok oldum. Xuan Yi benim favori WJSN üyemdi stan zamanlarımda. Hala eskisi kadar güzel ama bence Xuan Yi'ye idol makyajı daha çok yakışıyor. Yalnız ilk bölümdeki oyunculuğu epey kötüydü. Hem oyunculuğu çok teatraldi (hani eski kdramalarda abartılı tepkiler vardı, bildiniz mi?) hem de tepkileri falan bir garipti. Ağlıyor yaş akmıyor, bağırıyor sesi çıkmıyor falan. Ama sonradan ya o havasını bulup açıldı ya da benim gözüm alıştı bilmiyorum ama rahatsız etmedi.
Xuan Yi'nin hayat verdiği Zeng Li, bir kütüphaneci ve kafe sahibi. Boş zamanlarında bir internet romanı yazıyor, romanın karakterlerinde ise kendinden ve uzun süredir unutamadığı çok uzak bir akrabası olan Yu Yi'den esintiler var. Kendi dünyasında yaşıyor Zeng Li. Mutlu olduğu sessiz sakin işinde, bir statü ve terfi kaygısı olmaksızın çalışıyor, arkadaşlarıyla birlikte olmaktan hoşlanıyor ve yıllardır içinde büyüttüğü yarım kalan aşkını taşıyor. O kadar tatlı bir insan ki. İşi de tam dream job! 7/24 kitaplarla olmaktan daha güzel bir şey olabilir mi ya? Bizdeki toplum baskısı aynen Çin'de de var. Kütüphaneci diye kızı ezen eski arkadaş mı ararsın, evlensin diye sürekli aday bulan iş arkadaşları mı ararsın... Ay hele bir annesi var bu kızın... Kızı aradı taradı en sonunda evlenmemesinin sebebinin yamuk dişleri olduğunu karar verdi, teyze gerçekten sen olmuyorsun ya! Kıza sırf üvey babasının terfisi için görücü usülü randevu ayarlamış, kızını böyle kullanması bile korkunçken, zeytinyağı gibi üste çıktı. Hiç sevmedim bu kadını, sabırlar çektim her ekrana geldiğinde.
Zeng Li genel olarak sevdiğim bir karakterdi. İlişkilere dair anekdotlarını çok sevdim. Son bölümlerdeki Wu Ying'in hamilelik mevzusunda biraz saçma davrandığını düşünüyorum. Onun dışında ayaklarının yere basmasını, kararlı davranmasını ve kendi istediğini yapabilecek cesareti olmasını çok sevdim.

Ai Jing Chu (Bi Wen Jun)

Ai Jing Chu, Ai Jing Chu... En az Zeng Li kadar içine dönük bir karakter ancak ondan farkı yakışıklılığının çok popüler olması ve Jing Chu'nun dışarıdan inanılmaz soğuk durması. Mesafeli olduğu için kibirli görünse de öyle değil aslında. Sadece bazı insanlar olur ya, gereksiz samimiyetten hoşlanmadıkları gibi güler yüzlü bir insan da değil.
Kendisi, maharetli ellerinin de en az yüzü kadar ünlü olduğu bir diş hekimi. Hastanede sıra kalmıyor Ai Jing Chu deyince. Tabi bu hastaların ne kadarı diş tedavisi için geliyor onu bilemem :P Zeng Li ile de gerçek anlamda ilk kez annesi kızı sürükleyerek diş teli taktırmaya getirdiğinde tanışıyorlar.
Zeng Li ile tanıştıklarında onun neşesinden ve sıcaklığından etkileniyor Ai Jing Chu. İster istemez çekimine kapılırken endişeleniyor onun için, ne yaptığını merak ediyor, mutsuzken ona destek oluyor.
Koruyucu tavırları çok tatlıydı bence. Genelde koruyuculuk kısıtlayıcılık ile karıştırılır. Ancak kısıtlayıcılık hiç hoş bir şey değil, romantik de değil. Koruyuculuktan kastım Zeng Li için endişelenmesi, onu başına gelecek kötü şeylerden olabildiğince korumaya çalışmasıydı. Alanında bir numaralı bir doktor olmasına karşın, Zeng Li'nin bisiklet kazasındaki endişesi, çenesine anestezi vurmak için iğneyi aldığında elinin titremesi, kenarda durup sadece Zeng Li'nin elini tutabilmesi... Beklemediğim kadar etkilendim bu sahneden. Basit bir bisiklet kazasında bu kadar drama yapmalarına gülerken bu sahne beni biraz etkiledi ahahaha Ai Jing Chu'nun Zeng Li'nin kitabını okuduğu sahne de beni çok etkiledi. "Bunlar doğru mu Zeng Li? Böyle mi büyüdün?" diye düşünürken yüzündeki ifade, gözünden kayan bir damla yaş... Bir de Yu Yi bölümlerinde çok üzüldüm ben Jing Chu'ya. O kadar üzgün, o kadar yabancıydı ki olduğu yere, neler yaşadığını hissettim sanki.
Doğru olduğuna inandığı şeyi yapmasıyla, ultra düzenli yaşam stiliyle, Zeng Li'ye davranışlarıyla ben senden razıyım Ai Jing Chu ahahaha O muhteşem trençkotlarının, uzun paltolarının da hastası oldum, manken misin be?



Bu çift benim favori çiftim oldu tabi ki. Masal gibi tesadüflerle tanışmalarıyla, doğal biçimde gelişen ilişkileriyle ve bookworm bir çift olmalarıyla kalbimi çaldılar. Yaşadıkları masalsı anların hastasıyım. Anime hikayesiyle destekledikleri itiraf sahnesiyse çok dokunaklıydı. Ay yicem sizi cidden! Kitabın arasına koyduğu yüzük detayına da bittim, o ayrı.

Liu Yu Cheng (Zhai Xiao Wen)
Liu Yu Cheng, tıp fakültesinde Çin tıbbı okuyan bir genç. Genç dediysem de cidden genç, 21 yaşında. Kendisi Malezya'dan gelmiş, Malezya Çinlilerinden. Malezya'da mühendislik fakültesini bitirmiş, bakar mısınız çocuğun maharetlerine. Yu Cheng çok neşeli, hiç modu düşmeyen, cıvıl cıvıl dediğimiz insanlardan. Kimseyle kavga etmiyor, morali kolayca bozulmuyor, yapıcı bir insan. Epey genç olmasına rağmen çok olgun ve mantıklı.
Liu Yu Cheng, akıl hocası olarak Ai Jing Chu'yu seçiyor ve böylece yakınlaşıyorlar. Aslında taban tabana zıt iki karakter ama yine de Yu Cheng'in çok neşeli olmasından dolayı yakın arkadaş oluveriyorlar. Bir gün tesadüfen Wu Ying'le tanışan Yu Cheng. Wu Ying'e vuruluyor. Ancak şöyle bir problem var ki Wu Ying, Yu Cheng'den tam altı yaş büyük. Ama yine de Yu Cheng'in ısrarı, Wu Ying'le aynı oyunu oynaması sayesinde onunla takılması, bitmek bilmez çabası derken, Wu Ying de gardını indiriyor Yu Cheng'e. Güzel de bir çift oluyorlar nihayetinde.
Benim de Yu Cheng gibi bana prenses gibi davranacak, sağlıklı yemekler yedirecek ve erkenden uyumam için beni ikna edecek birine ihtiyacım var, ideal sevgili ahahaha

Wu Ying (Baby Zhang)

Wu Ying, bizim Zeng Li'mizin yakın arkadaşı, Carol's Cafe'nin ortaklarından birisi. Aynı zamanda doktor. Vaktinin büyük bir bölümü acil serviste geçtiği için ne doğru düzgün uyuyor, ne yiyor. İşiyle evli ve kariyerden başka bir şey düşünmüyor. Boş zamanlarında yaptığı tek şey oyun oynamak, oyun oynamak ve oyun oynamak ahahaha Mobil oyun bağımlılığı var cidden.
Yu Cheng hayatına girdiğinde epey bocalıyor. Herkes ona yaşına uygun birisini bulmasını söylüyor, o hayatını kurmuşken Yu Cheng'in hala yolun başında olması da onu rahatsız ediyor, kafası karışıyor. Ama Yu Cheng'in yaşından beklenmeyecek bir kararlılıkla ısrarcı oluşuyla Wu Ying de direnemiyor.
Wu Ying'i sevdim ama çok olgun olduğunu pek düşünmüyorum. Sanki ilişkide küçük olan o gibiydi. Laf başı gelince 27 yaşında, çok yaşlı sorarsan ama kararları asla öyle değil. Sürekli kararsızlık, güvensizlik... Çoğu şeyde Yu Cheng'i çok daha yapıcı olduğunu düşünüyorum şahsen ben. Daha kararlı olmasına rağmen alttan almak zorunda kalan hep Yu Cheng oluyordu. Düğün sahnesinde ben baya toplu düğün sanmıştım ama sadece Wu Ying ve Yu Cheng evleniyormuş. Bizim düğünlerde gelinden başkası beyaz giymez, bizim kızlar gelinlik giymiş bir de ahahahahs Yalnız düğünlerindeki karnı çok komik değil miydi ahshahshhs Karnı asla olması gereken yerde değil.


Bu çifti sevdim, çok tatlışlardı. Ama bebek meselesi saçmalığın daniskasıydı. O kadar yetişkinin içinden tek mantıklı düşünenin Ai Jing Chu olması korkunç. Bir bebeğin kararını anne ve baba eşit vermelidir. Gidip bunu partnerinden saklamak ona saygısızlık, Yu Cheng "Sorun bebekte değil, senin bana inancın yok." derken çok haklıydı mesela. Wu Ying'in bu ilişkiye bakış açısı başından beri inanılmaz toy. Dediğim gibi sanki Wu Ying altı yaş küçük olan taraf, Yu Cheng'deki öyle bir olgunluk. Zeng Li'nin Ai Jing Chu'ya kızması ise bir başka saçmalık. Herkesin yapması gereken şeyi yaptı.

Deng Hao Ran (Liu Te)

Deng Hao Ran, şero ama yakışıklı erkekler onursal başkanı, tanıştırayım ahahahs. Hao Ran, Zeng Li'nin üvey kardeşi. Zeng Li'nin annesi, Hao Ran'le evleniyor tabi boşanıyorlar sonra. Ay ama nasıl bir üvey kardeşlik gerçek kardeşler bu kadar iyi değil, Hao Ran abim ol. Hao Ran'in babası da hala Zeng Li'ye babası gibi davranıyor, tatlış.
Deng Hao Ran babadan zengin o yüzden gününü gün ediyor. Zaten sürekli Zeng Li ve arkadaşlarını yemeğe, içmeye takılmaya falan götürüyor. Bir gün bir kızla, bir başka gün diğer kızla. Kızların üçüncü arkadaşı olan Ma Yi Yi ile yıllar önce gizlice çıkmışlar ancak hüsranla sonuçlanmış maalesef. Aslında Yi Yi ve Hao Ran çift olarak uyumsuzlar. Yi Yi kontrolün büyüğünün kendinde olmasını isteyen, her şeyden haberdar olmak isteyen bir kız. Hao Ran ise klasik ben hesap vermem, istediğimi yaparım triplerinde, ay paşam, pardon! Ama yine de ilk ilişkileri ikisi de genç olduğu için sonlanmış olsa da, ikinci ilişkileri daha sağlıklı ve olgundu.
Hao Ran her ne kadar umursamaz ve korkunç bir sevgili olsa da gerçekten önemsediği insanlara, arkadaşlarına ve ailesine karşı çok ilgili. Yi Yi'nin hasta olduğunu fark ettiğinde endişelenip hemen koşup gelmesi, lisedeyken Zeng Li'yi koruyup kollaması falan çok tatlış hareketleriydi.

Ma Yi Yi (Wan Zi Lin)

Ah benim güzel kızım. Ma Yi Yi hepimizin hayatında olan, hep bir ilişkisi olan ama bu ilişkilerde asla dikişi tutturamayan kızlardan. İlişkisinde karşı tarafın üstüne çok fazla düştüğü için sevgilileri en sonunda Yi Yi'yi terk ediyorlar. Hao Ran'le olan ilişkisi de uzun zaman önce aşağı yukarı böyle sebeplerden bitmiş.
Ma Yi Yi de kızlarla birlikte Carol's'ın bir ortağı. Aynı zamanda da bir sosyal medya yıldızı. Ürün tanıtımı falan yapıyor, influencer yani. Tam işini bulmuş çünkü kendisi çok, çok güzel. Ne giyse yakışıyor ne yapsa oluyor yani.
Tam bir şıpsevdi ahahahaha Her gördüğü insana pat diye aşık oluyor bakınız, Shen Ming. Yine de ben bu çılgın, şıpsevdi, neşeli Ma Yi Yi'yi çok sevdim.


Bu çift benim ilk çiftten sonra en sevdiğim çift oldu. Friends to lovers mı desem, ex to lovers mı desem, değişik bir hikaye. Ama yine de aralarındaki ilişki aslında bitmiş olsa da birbirlerini umursamaktan vazgeçmeyişleri kalbimi eritti. Sevdim. Keşke daha erken kavuşsalardı da daha fazla izleseydik bebişlerimi uwu.

Genel Yorumum

Eveeet, gelelim genel yorumuma. Sevmediğim çok şey olmadı, genel olarak sevdim bu diziyi. Ama yazalım yine kafama takılanları.

Sevmediğim şeylerden ilki, sürekli yaş muhabbetinin dönmesiydi. Yirmi yedi yaşındalar ama sanki sürekli bir orta yaşlı olmuşlar, yaşlanmışlar, dünyanın geneli için çok yaşlılar, evde kaldılar... Zaten bu Asya'nın yaşlı anlayışı beni bitiriyor. Ya yirmi yedi yaş nedir, hele ki modern dünyada? Resmen hayatın baharı, sanki altmış yaşına gelmiş gibi haller, bir tripler... Ha bir de altmış yaşa gelseler nolur, her yaş ayrı. Beni de gerdiler burada, yirmilerimde stres oldum yirmi yedi olursam nolur diye...

Yu Yi'nin hem Zeng Li'nin büyük aşkı olması, hem Ai Jing Chu'nun yakın arkadaşı olması... Ya arkadaşlar, Çin kaç milyar nüfuslu ülke, delirtmeyin adamı... Kore dizilerinde falan bir nebze anlarım ama Çin abi Çin! Mantıklı mı yani şimdi bu? Zaten en çok hızlandırdığım bölümler de Yu Yi bölümleri oldu. Bastı beni, hem mantıksız geldi hem de gereksiz. İkinci erkek niye var? Ya duyguları açığa çıkartmak için ya da işleri hızlandırmak için. Zaten duygular vardı, Ai Jing Chu itirafa da hazırlanıyordu. Boşu boşuna gerildik yani. Ama Yu Yi de efendi adammış, Zeng Li'yle yaptığı olgun konuşma beni duygulandırdı cidden.

Ay bir de Zeng Li'nin bisiklet kazası olayı bir bana mı saçma geldi, tıpçılar yeşillendirsin burayı. İki kolunu sürtmüş, bir de çenesi kesilmiş nedir yani? Yok bilinci kapanmış da yok ameliyat gerekiyormuş da... Zeng Li'de diyor ki nasıl görünüyorum? Ay nasıl olabilir ya, iki damla kan var çenende, sanki yüzün dağıldı. Kdramalarda mikroskopla gözüken kesiklere paat diye dezenfektan ve yara bandıyla girişen erkeklere alışmıştık, bu da başka bir seviye oldu. 

Ay bir de o kafe olayı hiç mantıklı değil. Kafede doğru düzgün duran yok, müşteri desen hiç görmedik, canları sıkıldıkça kapatıyorlar, geceleri zaten açık değil ama kafe hala süper gidiyor... On kere batması gerekiyordu o kafenin. Ayakta kalması mucize.

Kavuşma işleri biraz erken olabilirdi diyeceğim, ama erken olsaydı da kesin gereksiz bir ayrılık izlerdik. Bu konuda aradayım yani. Bir de yurt dışı mevzusu... Yurt dışı mevzusu artık biliyorsunuz bizden biri oldu... Ama bu dizide beni çok etkilemedi. Bilmiyorum belki kısa kısa geçtiler hemen, dizi karakterlerden biri hala yurt dışındayken geçmedi, Jing Chu'nun dönüşünü gördük ondan falan olabilir. Yani yine gerek yoktu bence ama olacaksa da böyle olsun diyorum, bu kısmı kapatıyorum.


Beğendiğim şeyler hakkında konuşacaksam beğendiğim şeyler çok daha fazla. Tek tek saymaya başlayalım öyleyse.

Öncelikle dizinin çok büyüleyici bir havası vardı. O karlı manzaralar, kullanılan müzikler, Zeng Li'nin alıntıları ve anlatılan hikayeler... Spesifik bir örnek vereceğim mesela, ikinci bölümün sonundaki kısım beni epey etkiledi. O anime hikayesi, arka plandaki müzik ve Ai Jing Chu'nun yolladığı mesajlar, en sonuna "Bu arada ben Ai Jing Chu." yazması. Bilmiyorum atmosfer çok çok iyiydi o an. İzlerken içim kıpır kıpır oldu o sahneyi... Sanki ben yaşamışım gibi. 

Yine yukarıdaki maddeyle bağlantılı olarak çekimler muhteşemdi ya! O yılbaşı gecesinde lunaparkın ışıkları, kaplıca tatilinin olduğu yerdeki karlı manzaralar, kütüphanedeki çekimler, güneş ışığının Zeng Li'nin evine vurduğu sahneler falan gerçekten ustaca bir yönetmenin elinden çıktığı belliydi, uzun süredir böyle güzel çekim açıları olan, her sahnesinin çekmek istediğim bir dizi izlememiştim, ilaç gibiydi.





Tablo gibi ya, şunlara bakın...

Her bölümün sonunda, konuyla ilgili olarak Zeng Li'nin iç sesinin söylediklerini çok sevdim! Dream Garden'da da Xiao Xiao'nun her vakadan sonra bloguna yazdıklarını da çok sevmiştim hatırlarsanız. Burada da her bölüm sonunda Zeng Li'nin ilişki hakkındaki düşüncelerini duyuyoruz iç sesi yoluyla. Genelde söyledikleri bölümdeki konularla ilişkili olduğu için gerçekten anlamlı oluyordu. Bazen o kadar güzel şeyler söylüyordu ki, üzerine düşünüyor, yetmiyor bir kenara not alıyordum. Favorim ise şu; "Aşkın anlamı samimiyette yatar. Kazanan ve kaybeden yoktur. İlk adımı kimin attığı önemli değildir. Yetişkinlerin dünyasında samimiyet en paha biçilmez şeydir. Herkesin en değer vermesi gereken şey budur." Bir diğeri ise şu; "Aslında 'sonsuza kadar'a inanmam. Ama yaşanan anlara inanıyorum. Onların olmasına engel olmayacağım. Bunun yerine, tüm sevincin ve gözyaşlarının tadını çıkarıp onları kalbimde hatırlayacağım." Dizide yalnızca ikili romantik bir ilişkiye değil de, arkadaşlar arasındaki dinamiklere, yaşam hakkındaki düşüncelere değinmesi beni çok mutlu etti. Çoğu dizide bu tip ayrıntılar görmüyoruz.

Dizideki herkesin duygular hakkında çok açık sözlü olmasını sevdim. Kimse bin dereden su getirmeden düşündüğünü söylüyordu. Mesela Zeng Li, hastanın ödemesini cebinden karşılayan Ai Jing Chu'ya hayran olduğunu söylüyordu, hem de direkt olarak Jing Chu'ya. Ai Jing Chu ise daha ilk bölümlerde Zeng Li'ye diş teli olmadan da çok sevimli olduğunu söylüyordu. Birbirlerine bakarken göz göze geldiklerinde ise kızarıp bozarmadan gülümsemeye devam ediyorlardı. Birinden hoşlanmak böyle bir şey, böylesi daha gerçekçi.
Sadece duygular hakkında değil ancak her şey çok kolay çözüldü, bunu da çok sevdim. Zeng Li'nin imza günü için gittiğini hemen öğrendi Ai Jing Chu. Yine Yu Cheng de Wu Ying'in hamileliğini hemen öğrendi. Son bölümlerde Yi Yi Chris'le buluşmadım demişti ama Hao Ran hemen buluştuklarını anladı. Ai Jing Chu, Yu Yi ve Zeng Li üçlüsünün üçünün de birbirini tanıdığı gerçeği de hemen, hızlıca ortaya çıktı. Böyle gizli kapaklı işlerin hemen ortaya çıkmasına da sevindim. Gereksiz uzatılmadı yani hiçbir şey.

Kızların arkadaşlıkları çok şirindi. Bu arkadaşlıkları böyle gösteriyorlar bize, sonra arkadaş ararken de çıtayı yükseltiyoruz... Bayıldım aralarındaki ilişkiye. Sürekli bir arada olmaları, planlarını birbirlerine göre yapmaları, en ufak boşluklarda bile buluşmaları, farklı yönlerle birbirlerini tamamlamaları... Aynı zamanda mesajlaştıkları kısımları yüz yüze konuşuyormuş gibi göstermelerini de sevdim. Düğünde Zeng Li, "Sonsuza dek mutlu ve huzurlu ol bizim kızımız." diyordu ya. Çok duygulandım orada :")

Final bölümü ise çok çok güzeldi. Bölüm sonunda gerçek hikayelere yer verilmesi en hoşuma giden detaylardandı. Final bölümüyle ilgili tek serzenişim biraz daha uzun olabilirdi. Bölümün yarısı Ai Jing Chu yokken Zeng Li'nin neler yaptığıyla, diğer yarısı ise düğünle geçti. Açıkçası düğünden sonra neler yaptıklarını da merak ettim. Zeng Li ve Ai Jing Chu nasıl evlendi, Ma Yi Yi ve Deng Hao Ran neler yaptı, Wu Ying ve Liu Yu Cheng bebeleriyle nasıl bir hayat yaşıyor falan, bence bunlar izlemesi keyifli olacak ayrıntılardı. Buna da şükür diyoruz artık, ne diyelim.

Aşkı üç ayrı perspektiften, üç ayrı ilişkiye göre, farklı yanlarına göre ele almasını sevdim dizinin. Sıcacık atmosferi ve tatlı çiftleriyle bölümler nasıl aktı hiç anlamadım. Gereksiz kötü yan karakterlerin, entrikaların, ince hesapların olmaması ise bu diziyi gönlümde bir adım ileri taşıdı. Karakterlerin bilmemne şirketinin CEO'su, yok bilmemne holdingin varisi değil de kendi dünyalarında yaşayan, her sabah kalkıp işe giden, bizim gibi insanlar olmaları, hikayeyi daha samimi kıldı.


Dizinin şarkıları bir ha-ri-kay-dı! O kadar güzel parçalar vardı ki! Genellikle slow ağırlıklı olması beni üzse de bazı parçalar cidden mükemmeldi. Hepsini ekleyeyim, siz de hepsini dinleyin.
Zhai Xiaowen-Say That In Your Mind: Liu Yu Cheng'imizin yumuşak sesinden bu şarkı.
Yu Jiayun-Star Eyes: Bu şarkı da çok çok duyduğumuz parçalardan, güzel ve dizinin havasına uygun.
Yang Pang Gu-Sweet Teeth: Bu şarkı zaten dizini jenerik müziği ve en hareketli parça. İnanılmaz tatlı:3
Juno-In The Dust: Bu şarkı da epey slow olsa da dizinin son bölümlerinde uymuştu havaya.
KIMAHYOUNG-Lovely Night
Liu Ruiqi-Knob: İşte benim favorim! Muhteşem bir şarkı ya, son bölümlerin yıldızı da bu parçaydı zaten, seslere bakın <3
Nicola Tsang-Touch The Star: Bu şarkı genelde anime hikayesiyle ilgili sahnelerde göründü sanki, o yüzden değişik bir çağrışım yapıyor bana, masalsı bir havası var.
Deng Gu-Be There

Yorumumu toparlarsam, Sweet Teeth benim çook severek izlediğim, izlerken sakinleştiğim, kafamı dağıtan bir dizi oldu. Benimle hemen hemen aynı zevklere sahip birisinin de bu diziyi çok severek izleyeceğini düşünüyorum. Olayları gereksiz uzatmıyor, saçma sapan ayrılıklar yok ve üç ayrı çiftle farklı farklı hayatlara konuk oluyorsunuz. Bence herkes izlesin. Morali bozuk olanlar, yorgun hissedenler, iyi hissedenler, motivasyon ihtiyacı olanlar... Herkes.







Hiç mutlu değil ama bence inanılmaz tatlı şu an ahahaha





Şöyle bir yemek her şeyi halleder.




Şu sahne...


















"Her birimiz, küçük bir şey yüzünden birer yabancı olarak başladık. Çünkü biz neysek oyduk. Çok fazla ortak noktası olan arkadaşlar olduk. Bizler, birlikteyken aramızda konuşmasak bile garip olamayacak insanlarız. Biz, birbirimizin çocuksu tarafını koruyup birbirimizin üzüntüsünü yarı yarıya azaltabilecek, mutluluğunu kat be kat artırabilecek insanlarız. Birbirimizle ilgilenip dikkatli bir şekilde birbirimize yük olmaktan kaçınacağız. Sık sık birbirimize şakalar yapıp karşımızdaki üzgün olduğunda sarılacak insanlarız. Biri bir keresinde şöyle demiş; 'Dünyanın seni sevip sevmemesi arkadaşlarının seni sevip sevmediğine bağlıdır.' Seni seviyorlarsa bu, dünya seni seviyor demektir. Hepiniz fark etmemi sağladınız. İyi arkadaşlar, birlikte olmak demektir."