6 Kasım 2022 Pazar

Dizi Yorumu: If You Wish Upon Me


Gittikçe soğuyan havalardan ve uzuuun bir kış başlangıcından hepinize merhabalar! En sevdiğim mevsimin kış olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Mandalinalar, örgü şişleri, kalın paltolar, kazaklar... Ama en sevdiğim şeylerden birisi de uzun kış gecelerinde içimi ısıtan dizilerdir. İşte yeni yayınlanmış ve bitmiş olan If You Wish Upon Me tam da böyle bir dizi.

Ji Chang Wook'u çok seven ama neredeyse bütün dizilerini o ya da bu sebeple yarım bırakmış olan ben, bu dizinin haberini alır almaz damladım resmen. Ben izlerken günceldi ama yoğunluktan yetişene kadar yayınlandı bitti dizi. Kendisi benim ayılıp bayılarak bitirdiğim ilk ve şimdilik tek Ji Chang Wook dizim olabilir. Run On'da karakterini çok sevemediğim Sooyoung ise burada dünyalar tatlısı birini oynuyor ki, o da başka bir konu.

Aşağıda daha geniş konuşuruz ancak dizi en genel anlamda, dilekleri gerçekleştiren bir gönüllü ekibini konu alıyor; Team Genie. Team Genie ve If You Wish Upon Me, Hollanda'da kurulan ve hala daha faaliyetini sürdüren "Ambulance Wish Foundation" yani Dilek Ambulansı Vakfı'ndan ilham almış. Peki Ambulance Wish Foundation nedir, meraklısı için biraz not düşelim. Vakfın kurucusu olan Kees Veldboer bir ambulans şoförü. 2006 yılında taşıdığı hastalardan birinin hasta yatağına dönmek istemediğini ve bu eski denizcinin son dileğinin 'denize açılmak' olduğunu öğrenince bunu gerçekleştirmeyi kafasına koyuyor. Hastanın son dileğini gerçekleştirmesi üzerine bundan en az deneyimi yaşayan hasta kadar etkilenen Kees Veldboer, Dilek Ambulansı Vakfı'nı kuruyor. Hollanda merkezli vakıf şu an dünyanın bir çok yerinde, sayısız gönüllüyle birlikte hizmet vermeye devam ediyor. Hangi dilekleri gerçekleştirmiyorlar ki? İsviçre Alpleri'ne gitmek, torununun düğününe katılmak, en sevdiği tabloyu görmek, okyanusta gün batımını izlemek... Böyle şeyleri görünce inanılmaz duygulanıyorum ya, ne güzel şey insan olmak.

Dizi çok güzel ve bence herkesin şans vermesi gereken bir iş. Sakinleştim, hayatım üzerine düşündüm, bazı problemlerim öyle saçma geldi ki. İyi hissettim izlerken, yüreğimde bir yerlere dokundu tüm hikayeler. Ancak küçük bir uyarı yapmalıyım. Eğer dileğiniz dolu dolu romantizm izlemek ise bu dizi doğru bir seçim olmayabilir. Bu dizi daha çok yaşamı, dilekleri, gönüllülük esaslı olan şeyleri, kalpleri konu alıyor. Gyeo Rye ve Tae Sik'in hayatı, Gyeo Rye ve Yeon Joo'nun ilişkisinden daha ön planda mesela. Aşk hiç mi yok, var. Ama diğer dizilerde olduğu gibi tamamen ön planda değil. Yine de izlerseniz eksikliğini hissetmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü bu dizinin söyleyecek daha önemli şeyleri var. Bunları duymak isteyen herkese ve tabi ki yavaş ilerleyen dizileri sevenlere, izleyebilenlere öneriyorum.

If You Wish Upon Me
Yönetmen: Kim Yong Wan
Senarist: Jo Ryeong Soo
Yayıncı: KBS2
Bölüm Sayısı: 16 Bölüm
Yayın Tarihleri: 10 Ağustos-29 Eylül 2022

Başkahramanımız olan Yoon Gyeo Rye (Ji Chang Wook) çok zor bir hayat yaşamış, çocukluğu ve gençliği zorluklarla geçmiş, mafyaya mensup bir adam. Ancak bir yolunu bulup yüklü bir miktar parayla kaçıyor. Mafyayla başlayan kovalamacasında bir kaza yapıyor ve bu şekilde hastanede gönüllü olarak çalışan Kang Tae Shik (Sung Dong Il) ve Hemşire Seo Yeon Joo (Choi Sooyoung) ile yolları kesişiyor.

Yönetmen koltuğunda da senarist koltuğunda da çok bilindik işler yapmış isimler bulunmasa da If You Wish Upon Me'yi izleyince fark ettim ki, ikisinin de önü açık, gelecekleri parlak. Umarım çizgilerini hiç bozmazlar.

-spoi spoi spoi spoi spoi spoi-

Yoon Gyeo Rye (Ji Chang Wook)

Ji Chang Wook herkesin bildiği, sevdiği bir oyuncu. Ama ben kendisini daha önce bir türlü izleyemedim. Suspicious Partner'ı yarım bıraktım, Lovestruck in the City format olarak sarmadı, Healer'a ise sıra gelmedi. Ama yüzüne çok aşinayım, projelerini ucundan ucundan izlediğim için de biliyorum biraz ahahhahah Oyunculuğu bir harika, yüzüyle, karizmasıyla, boyu posuyla ekrana çok yakışan, yaptığı işin hakkını veren bir oyuncu. Burada da rolünün kumaşını başarıyla giymiş. Epey bir kilo vermiş gibi geldi bana. Belki de saçının çok kısa olmasından dolayı yüzü daha kemikli görünüyordur. Ama hala aynı, yıllardır hiç yaşlanmadı.
Çok ciddi söylüyorum, ben son zamanlarda bu karaktere üzüldüğüm kadar kimseye üzülmedim. Korkunç bir babayla büyümüş, kaçmış yetimhanelere düşmüş, bir de nasıl olduysa mafyaya bulaşmış. O da yetmemiş deli manyağın tekini başına bela etmiş, bir de hepsini silkeleyip "Eh yeter be!" diye yükselerek borç takmış hepsine, geçmiş olsun. Ölmüş ağlayanı yok bu evladımızın. Mafya affeder mi, sanmam. Biraz açalım öyleyse konuyu.
Yoon Gyeo Rye, hayatın sillesini çok erken yaşlarda yemiş, leş gibi bir babadan kaçıp kurtulmasına rağmen gün yüzü görememiş bir karakter. Daha da göremezdi yani de işte, Kang Tae Shik iyi ki var. Dizinin başlarında mafyadan para kaldıran Gyeo Rye (ki para da kendi kazandığı para da, neyse.) kaçmaya başlıyor. Bir kaza sonucu Team Genie ambulansına rastlayana dek sürüyor bu kovalamaca. Bir de minnak bebisi var, ismi 'Adeul' (oğlum) olan minicik köpekçik.
Hastaneye ilk gittiğinde bu işten nefret eden, bitmesi için gün sayan Gyeo Rye hastanede kendini bulduğunu, biraz olsun nefes aldığını fark ediyor. Bu işler ona iyi geliyor, iyi hissettiriyor. Ekibe alışıyor, kötü muamele görmüş yabani bir hayvan gibi kaçsa da baştan, en sonunda pes edip sokuluyor. Ona bir iyilik yapana karşılığını misliyle ödeyen çok güzel bir adam oluyor. Bunu izlemek öyle keyifliydi ki. Milim milim, bazen hızlıca cereyan eden o evrilme, değişim. Bu çok da güzel işleniyor aslında, yavaş yavaş alışıyor Gyeo Rye ekibe. Sevgi görmeye ve sevgi vermeye alışık olmayan bir adamın portresi çok güzel çizilmiş Yoon Gyeo Rye'yle. Birisinin ona karşılıksız olarak iyi davranıyor ve iyilik yapıyor olmasına inanamıyor başta, asla kendini bırakmıyor da. Ama yufka gibi bir kalbi var ve ona söz geçiremiyor. İlk bölümlerde, evine dönen hastanın dileğini gerçekleştirdiklerinde ölü ağaca elleriyle yapıp yerleştirdiği meyveler bence zirveydi. Ekiple kaldıkça kendini ve kötü yönlerini törpülüyor, düşünmeden belaya atlama huyu da bunlardan birisi. Son ana kadar hep birileri için fedakarlık yapıyor ama en sonunda, onun için fedakarlık yapacak birisi olduğunu fark ediyor :")

Buraya bir parantez açalım öyleyse. Gyeo Rye ve Kang Banjang'ın eskiye dayanan ilişkisi ve Tae Shik'in Gyeo Rye'yi kendi oğlu gibi gözetmesi kalbimizi nasıl da eritti... Her zaman, fark ettirmeden de olsa Gyeo Rye'yi kollaması, bir adım arkasında olması, fedakarlığı ve son dileğinin Gyeo Rye'nin doğum gününü kutlamak olması. Aralarında hiçbir kan bağı olmamasına rağmen bu kadar iyi baba oğul olabilmeleri çok duygulandıran bir ayrıntı, bayılırım böyle bağlara. Gyeo Rye'nin de Tae Shik için yapabileceklerinin sınırı olmaması, ifade etmemesine rağmen her hareketiyle sevgisini ifade etmesi, hayırsız ve maalesef öz olan babası ölürken bile Kang Tae Shik'le ilgilenmeye devam etmesi... Erittiniz be kalplerimizi!

Kang Tae Shik (Sung Dong Il)

Bu ajussiyi tanımayan da bilmeyen de yok. Ben de kendisini daha önce Ms. Hammurabi'nin baş hakimi olarak da, Live'ın yaşlı polisi olarak da, It's Okay That's Love'ın bilge doktoru olarak da izledim. Moon Lovers'da bile varmış ama ben o sırada sinirden yastıkları duvarlara çalıp dizinin bitmesi için saniye saydığım için farketmemişim, çok normal. O kadar çok izledim ki dedem gibi oldu adeta ahahahaha Seviyorum ben Sung Dong Il'i. Yılların tecrübesiyle her rolünün hakkını veren, rolün havasını giymekte hiç zorlanmayan bir oyuncu. Oynadığı her rolde sonuna kadar geçiriyor duyguyu karşıya.
Burada da, Genie ekibinin başkanı olan Kang Tae Shik olarak görüyoruz kendisini. Oradakilerin tabiriyle "Kang Banjang". Kang Banjang da aynı Gyeo Rye gibi feleğin çemberinden geçmiş. Kendi yağında kavrulduğu bir hayatı varken Gyeo Rye'nin şero babasıyla iş yapmaya başlayınca kazandığı parayla başı dönmüş, zengin olmuş iyiden iyiye. Karısını ve oğlunu kaybetmiş sırf bu uğurda, o zamanlar Kang Banjang da tam dayaklıkmış da, neyse. Ama tabi her şeyin bir sonu olduğu gibi bu şan şöhretin gerçek yüzünü görmüş Kang Tae Shik. Sonra sokaklara düşmüş, kanser hastası olunca yatırıldığı bakımevinde daha sonra Team Genie'nin kaptanı olmuş. O günden sonra iyi bir insan oluyor ama geçmişi peşini bırakır mı, sanmam.
Kang Banjang çok iyi bir adam, her anlamda en iyisini yapmak için çabalayan, herkesin iyiliğini düşünen bir adam. Hayatta ikinci bir şans elde ettiğinin bilincinde olduğu için bunu olabildiğince iyi kullanmaya çalışıyor. Hani bir işi yaparken ne olursa olsun en iyisini yapmaya çalışan insanlar olur ya, vicdanım rahat olsun derler, öyle bir insan işte.
Hastane ekibinin Kang Banjang'a olan vedası ne kadar dokunaklıydı ya... Öyle veda eder gibi de değil, sanki hepsi kendi işine bakıyor. Ama bunca zaman boyunca hastaların her işine koşmuş o iyi adama kendince minnettarlıklarını gösteriyorlar. Baya güzel bir sahneydi.

Seo Yeon Joo (Choi Sooyoung)

Sooyoung'u izlediğim ikinci dizi bu, ilki Run On'du. Run On'da karakterini zerre kadar sevmediğim için bu dizide kendisiyle ateşkes ilan ettim ahahahah Bütün bunlar bir yana, idol oyuncular arasında Sooyoung harikalar yaratmasa da çok iyi iş çıkarıyor bence. Benim Run On'da karakterini sevmemem ama buradaki karakterini çok sevilesi bulmam da bunun kanıtı. Rolünün hakkını veriyor, bana bunlarla gelin.
Seo Yeon Joo, bakımevi ya da hastane her neyse orada hemşire, aynı zamanda da Team Genie'nin bir üyesi. Sağlıkçı arkadaşlarından ve oradaki doktordan biraz kınayıcı tavırlar alsa da takmıyor, zaten doğrusunu yaptığına inanan bir insanı ne caydırabilir? Spor yapmayı hayat felsefesi haline getirmiş, hastanede yaşayan, altın kalpli bir hemşire. Ay ama hastane de hastane ya, ben olsam ben de yaşarım. Ormanın ortasında sıcacık bir mekan.
Seo Yeon Joo aynı zamanda aşık olduğu adamı çalmaya çalışan insanları tokatlamasıyla da takdirimi kazandı ahashahsh Bu insanlar laftan anlamaz anacım, anladıkları dilden konuşacaksın. Ay sevdim ben Yeon Joo'yu ya. Hazır cevap, komik ama aynı zamanda da beklemediğin kadar anlayışlı, olgun, kararlı bir kız. Hayatına da pek özendim. Ormanın içinde sıcacık, ışıl ışıl bir yerde çalışıyor. Hayır işi yapıyor, gerçekçi mutlulukların peşinde koşuyor ve yaptığı işi severek yapıyor. Gerçek mutluluk ve huzur formülü.
Yalnız Yeon Joo hakkında şöyle bir sıkıntı vardı ki biz bu kızın ne ara aşık olduğunu göremedik. Haliyle bu aşkın ızdırabı da "Ne ara bu kadar?" dedirtti. Bu rolün kendisiyle ilgili bir sıkıntı mı yoksa Sooyoung'un bize yansıtmasından mı kaynaklandı bilmiyorum ama daha tutkulu bir karakter izlemek isterdim ne yalan söyleyeyim, üzdü beni bu durum. Zaten dizide ön planda olanın aşk olmadığını söylemiştik ama ben genel olarak Yeon Joo'nun rolünün daha tutkulu bir karakter olmasını istemiştim. Ama onun dışında genel olarak Sooyoung'un oyunculuğunu sevdim. Ayrıca Sooyoung'u diğer adı "Tell Me Your Wish" olan bir dizide oynatmak nereden baksan kral hareket ahahaha Çalın o zaman şuradan bir "Girls' Generation-Tell Me Your Wish"

Ha Jun Kyung (Won Ji An)

Epey yeni bir yüz olan Won Ji An'ı hiç izlemedim ama bu yüz ve bu oyunculuk ile başarılarının devamını görür gibiyim, yolu açık olsun.
Bahtsızlıkta Yoon Gyeo Rye ile kapışıp bir tık farkla birinciliği kaptırmayan bu kızımız da az buz hilkat garibesi değil. Güzel yüzünün kendine faydası değil zararı olmuş, yıllarca mafyaya para kazandırmak için yayın yapmış. Yoon Gyeo Rye'ye kafayı takmış, ona aşık olduğuna inanmış yıllarca.
Bu kız dizinin kötüsüydü ama bu da bir tür kurban olduğu için kurulamadım kıza. Daha ne kötüler vardı, bu ne ki. Sonunda Seok Jun ile bir şekilde mutluluğu yakalamasına sevindim. Son bölümde de bir sevilesi bir minnoş oldu ki, sormayın gitsin.


Bunlar da bizimkilerden hariç gönüllü Team Genie ekibi. En soldaki aşçı, ortadaki genç kızımız Seo Jin gönüllü, sağdaki ikili de hastanenin temizlik görevlileri. Hepsi ayrı ayrı özellikleri olan ve bir bütünü oluşturan insanlardı, işte ekip ruhu be! Yalnız Choi Deok Ja'nın alzheimer hastası olması ve yine orada çalışan Hwang Cha Yong ile evli olması inanılmaz bir ters köşeydi. Hiç beklemiyordum.


Bu da Yeon Joo'ya abayı yakmış olan Doktor Yang. Kendisi bu Team Genie işlerine hafiften kuruluyor ama Yeon Joo için sesini de çıkarmıyor. Diyor ki, bu son dilek işi hasta için psikolojik bir baskı oluşturuyormuş.
Doktor Yang'ı "Hastalara sonlarının yaklaştığını hatırlatıyorsunuz." noktasında anlayabiliyorum. Bunu ben de düşündüm çünkü. Sonunda dilek sırası o hastaya geldiğinde "Sıra bana geldiğine göre öncelikliyim, durumum kötü sanırım." diyerek kendini psikolojik bir baskı altına alır mı diye merak ettim. Ama bir yandan da bir hastayı eski evine taşıyıp kızıyla görüştürmekle, bir oyuncunun müzikal hayalini gerçekleştirmekle, bir hastayı büyüttüğü zürafalarla tekrar buluşturmakla onlara dünyayı da veriyorlar. Doktora bu yüzden kızdım sanırım. Böyle bir şeyi yapmak evet zor, ama hazır kurulan Genie gibi bir düzen varken bunun parçası olabilmek çok kolay. Sadece biraz vicdan, hepsi bu.
Sonuç olarak Doktor Yang böyle de bir karakterdi, biraz kapalı kutuydu ama, böyle insanlarla yürümez yani, zor. Görmediğimiz birine vurulmuştu en son ne diyelim, Allah mesut etsin ahahahs

Genel Yorumum

Benim kafama çok yatmayan şeylerden birisi bu mafya hikayesiydi. Bir tarafını bu kadar gerçeklikten alan, günlük hayata bu kadar bağlı bir dizinin bir diğer tarafında akla çok yatmayan bir mafya hikayesinin oluşu biraz mantıksız geldi bana. Daha hafif bir hikaye olabilirdi. Yoon Gyeo Rye'nin kimsesiz oluşu yetimhanede büyüyor oluşu, kendini iyileştirmek için Team Genie'ye katılmasına zemin oluşturmuştu zaten, bence mafyaya hiçç gerek yokmuş. Bir de mafya hikayesinde akla yatmayan çok kısım var. Hele de Yoon Gyeo Rye mafyadan bu kadar para kaldırıp hala Kore'de bir yerlerde dolaşıyorken. Saklanmıyor da farkındaysanız ilk bölümlerde. Gu Seung Jun'un Kuzey'e kaçtığını hatırlıyorsunuz umarım Crash Landing On You'da. Ancak öyle kaçabilirdi çünkü. Kafadan kontak Ha Jun Kyung'un da hapisten çıktığının ilk günü Gyeo Rye'yi bulabilmesi ama mafyanın bulamaması... Funny story ama yemez. 

Bir diğer hikaye ise Gyeo Rye'nin babasıyla Kang Banjang'ın husumeti, yıllar sonra karşılaşmaları, dördüncü kattaki odada yatan hastanın o baba oluşu... Ya bu kader motifi düzgün işlenince çok iç titreten bir olay ama Koreliler bir bunun iki de çocukluktan tanışma hikayesinin suyunu çıkardı artık, sıkıldım ben. Birisi de kader, çocukluk, çekim yasası cart curt olmadan dümdüz, sıfırdan tanışsın, adamı delirtiyorsunuz bazen... Zaten dizi için çok çok gizemli bir olaydı, yok şimşek çakmalar, adamın geceleri gezinmesi falan. Bir de üstüne, gitti Gyeo Rye'nin babası çıktı. Gyeo Rye'nin içinde bulunduğu mafya ekibiyle de bağlantısı olması falan, yok artık yav. Bu bakımevi midir, hastane midir kimse denetlemiyor mu burayı, bu adamı yıllardır burada nasıl sakladınız, böyle saçma şey mi olur?
Ayrıca adam ortalığı oyun alanına çevirdi, birisini bıçakladı falan haaala kimse bir şey yapmıyor. Bir tane dandik şifreli kapı yapmışlar, o da içeriden açılıyor, çok sağ olun gerçekten... Ya vur kafam kadar asma kilidi dışarıdan, bak bakayım çıkabiliyor mu, içeride ağlar anca. 

Ha Jun Kyung'un değişimini çok sevsem de gerçek bir ruh hastasının herhangi bir psikolojik yardım vs. almadan bu kadar değişmesi de imkansız, bu da ayan beyan ortada yani. Gerçi ona kadar Yoon Ki Chun'un cenazesinden konuşalım. Yüzüne tükürülmesi gereken bir insana cenaze odası düzenlemiş, milletin zamanından çalmışsınız ya... O beyaz karanfiller bu adamın cenazesi için koparıldıklarını bilseler o dakika solarlardı. Ne diyeyim bilemiyorum. Adamın dirisi neydi ki ölüsü ne olsun ya, yemişim törenini falan.


Şiir gibi bir dizi izleyince, bahsedecek çok da şey oluyor. Yavaş yavaş gidelim o zaman, tane tane bahsedelim.

Hani bazı diziler olur ya, karakterlerden birinin tarafını tutarız. Şu adam haklıydı, hayır kadın haklıydı deriz. Ama bu dizide herkes o kadar 'insan', o kadar gerçekçi karakterlerdi ki. Derler ya insanlar siyah ya da beyaz olmaz, herkeste biraz bulunur diye, tam olarak öyleydi. Hatalar yapabilirler, doğruları da söyleyebilirler. Tökezleyip bocalayabilirler, dimdik de durabilirler. Ama günün sonunda hepsi ne yaptığını, ne için çabaladığını bilen insanlar. Bu hatalar onları insan yapar. Bu detay çok güzeldi. Her karakter o kadar etten kemiktendi ki, yalnızca anlamak düşüyordu bize. Taraf tutmak, yarıştırmak değil de, anlamak. Anlamak ve destek olmak.

Dizideki her diyalog çok güzeldi ama benim en heyecanla bekleyip kulak kesildiklerim Gyeo Rye ile Yeon Joo arasındaki konuşmalardı sanırım. O kadar doğal, kendi kendine akışını bulan, altı dolu diyaloglara sahiplerdi ki... Çok fazla yeri kaydettim onların ikili sahnelerinde ve üstüne düşünülecek pek çok anekdot keşfettim. Uzun süredir gördüğüm en doğal, en samimi, en sıcacık itiraf sahnesini de bu sahnelerden birinde gördük. En özellerinden birinde, Gyeo Rye ilk defa kendini biraz da olsa açmaya başladığında. Üstüne çok düşünmeden, öyle birden içinden geldiği gibi söyleyiverdi ya Yeon Joo, Gyeo Rye gibi ben de gülümseyiverdim, parmak uçlarıma kadar ulaştı sıcaklığı. 

Artık yeni dizilerin sinematografisi hakkında konuşmak hep aynı şeyleri tekrar etmek gibi geliyor, çünkü yeni dizilerde öyle ya da böyle bir şekilde yapıyorlar bu işi. Ama bu dizinin renkleri, çekimleri, mekanları öyle güzeldi ki... Yağmurlu günde Seo Yeon Joo'nun dağa gittiği ve Gyeo Rye'nin de endişelenip onu bulmaya gittiği sahne mesela. İkisi ormanda, yağmurun altında şakalaşırken ne kadar güzeldi çekimler. İnanılmaz hoşuma gitti o sahne. Yine iç mekan çekimleri, o bakımevinin her bir odası, bahçesi, koridoru, personel odası nasıl sıcacık ve ferahtı. Müzikal sahnesindeki ışıklar, dış çekimler, ilk bölümdeki yılbaşı süslemeleri, yine ilk bölümlerde eski evine gitmek isteyen hastanın bölümünde evde yemek yedikleri sahne, Şef Kang ve Gyeo Rye'nin bahçede ateş yakıp kahve içtikleri sahne, Adeul'ın son dileği için projeksiyonun kurulduğu sahne, yakın plan çekimleri falan hepsi inanılmaz güzeldi. Kore dizileri büyük ölçüde çözdüler bu sinematografi işini. Ama bu dizinin kamera açısından yansıtmak isteyip yansıtabildikleri, bana duyguyu kalbimde hissettirdi. Çok güzeldi.



Dizinin değindiği konular çok hoşuma gitti. Alkollü halde vur kaç yapan sorumsuz sürücülerin bir insanın ve o insanın yakınlarının hayatını nasıl kararttığını izlerken öfkeyle doldu içim. Empati yaptım ve o haksızlığı düşününce öyle üzüldüm ki. Kitabı kapağına göre yargılama diye bir söz vardır ya, herkesin bildiği. Nineleriyle yaşayan kardeşlerin teyzeleri de tam bu söze uygundu. Güven vermiyordu, çocuklara iyi bakacak gibi de gözükmüyordu. Ama onlar için en azından bir şeyler yapmak için çabaladığını da gördük. Ünlü olma hevesiyle eğlence şirketlerinden medet uman ve bazen böyle eğlence şirketi gibi görünen yerlerde istismara, şiddete maruz kalan gençleri de gördük, Jun Kyung gibi. Ya Adeul? Yazlık bir yerde büyüdüm, yazlık yerlerde bu durum daha ciddi. Gyeo Rye'nin kendini Adeul ile özdeşleştirip bebekliğini hatırlaması beni mahvetti hele...

Dizi bir çok dizinin düştüğü o tuzağa düşmemiş. Bu tip dizilerde sürekli tek bölümde çözülen mini hikayelere odaklanmak bir yerden sonra inanılmaz sıkıyor beni. Extraordinary Attorney Woo'da yaşadım mesela bunu. Hikayenin bir yerden sonra ekseninin ana karakterlere kayması, daha farklı kaynaklardan da beslenmesi gerekiyor ki canlansın, değişsin, monotonluktan çıksın ve karakterlerin hikayeleri de havada kalmasın. Mesela bence Hyung Joon'a araba çarptığı bölüm, Adeul'ın bölümü, Gyeo Rye'nin geçmişi falan gerekli bölümlerdi. Bu yönden aşırı takdir ettim. Bir de tek bir hastanın olayının tek bir bölümde ele alınmaması da güzeldi. Aralarda başka hastalar da görüyor, sonra onların olaylarını da çözüyorlardı. Mesela bölüm başında hastayı görüyoruz, dileği halloluyor, bölüm bitiyor, böyle değildi. Araya başka başka olaylar giriyor, Gyeo Rye, Tae Shik veya ekibin hayatında bir şeyler oluyor. Bunlar hikayenin vakalar üzerinden ilerlemesini engelliyor, monotonluğu ve tekdüzeliği önlüyor.

Tüm hayat akışı içinde, Genie ekibinin personel odasında oturup muhabbet ettikleri, yemekhanede lezzetli yemekler yiyerek gülüştükleri sahneler benim de içimi ısıttı. Onca duygu karmaşası arasında, onca hüzünlü olay arasında soluklanıp, birbirlerinde teselli bulmaları ve üzüldükleri olayları birbirleriyle konuşarak atlatmaları çok güzeldi. Hayat da böyle değil mi? Bazen zor, çok zor. Ama birisi gülümsediğinde, bir arkadaşımızla kahve içtiğimizde, güzel bir yemek yediğimizde... Kolaylaşıveriyor. Hayatın en güzel yanları, bu küçük, sevimli anlarda saklı.


Dizide enn çok Soo Jin'e özendim. Ben lisede küçük bir yerde yaşıyordum, böyle gönüllülük toplulukları, bakımevleri falan imkansız. Dağın başına bir huzurevi yapmışlardı sadece, oraya da toplu taşıma bile gitmiyor öyle bir yer. O yüzden hiç böyle şeyler yapamadım. Üniversite için başka bir yere gidince de yoğunluktan hafta sonu zor ayılıyordum. Ama böyle gönüllü işler yaparak zamanımı geçirmeyi çok isterdim. Birkaç kere böyle işlerin içinde bulundum, inanın tatmini çok başka. Dizinin bunu göstermesi de çok güzel bence. Umarım izleyen herkes içinde bunu yapacak gücü bulur. Ben de biraz bakınacağım şimdi neler yapabilirim diye. Yoğunluğumun azaldığı dönemlerde neden olmasın ki? Çok büyük şeyler planlamanıza gerek yok, sadece dışarı çıkıp balon dağıttığınızda bile inanılmaz şeyler hissediyor, inanılmaz mutlulukları paylaşıyorsunuz. Deneyin, bir kerecik.

Hani hep diyoruz ya hayatın içinden, daha süslü tabirle slice of life... Bu işte. Bu sıradanlık, bu günlük akış. Oturur ve sohbet ederken hislerini söyleyiveren Yeon Joo, her gün yemek pişiren ve her gün aynı şeyi yapmasına rağmen hep aynı hevesi koruyan Aşçı Yeom, personel odasında sürekli tekrarlanan günlük konuşmalar, günlük hayatın akışı. Ben de çok seviyorum masal havası olan, törensel itiraf sahneleri barındıran ve tesadüflerle bir araya gelen tutkulu çiftleri izlemeyi, inanın çok seviyorum. Ama hayat bu tarafa yakın işte. Kahve içerken hoşlandığımızı fark ettiğimiz, her gün aynı şeyleri yaparak yaşamaya devam ettiğimiz, küçük mutluluklarla hayatta kaldığımız dünya. Sıradan, kendine özel ve değerli hayatlarımız. Küçük mutluluklarımız.

Dizi sonlara doğru hafif bir düşüyor gibi olsa da ivmeyi tekrar öyle bir yerden yakaladı ki. Final tadındaki on beşinci bölümün başını nasıl unuturum bilmiyorum. Efsaneydi ya, efsane. Uzun süre akıllardan çıkmayacak sahneler. Finalde her şeyin usulca yola girmesini de sevdim. Seok Jun ve Jun Kyung çok şirin oldular, Seok Jun baktıkça daha karizmatik gelen bir yüze sahip bu arada, düştüm düşeceğim ahahahah Doktorun kendi çapında mutlu olması, Jun Kyung'un hayatını yoluna sokması, hastanede olağan akışta devam eden sıcak ve sevimli anlar... Başhemşire'nin babasının yarım kalan dileğini tamamladıkları sahne mesela. Ne kadar sıradan ama ne kadar özlediğimiz sahnelerdendi. Hollanda'da bulunan demans köyünün kurulmuş olması da harika bir fikirdi. Soo Jin'i kuaför olarak görünce şaşırmıştım ki durumu anlayınca daha da şaşırdım. Harika bir finaldi, her şeyiyle. Finalin tek kötü yanı Kang Tae Shik'in ölümü oldu sanırım. Ama bunun olacağını da biliyorduk... Lütfen sevdiğimiz insanlar ölmesin finalde, yeter... Ay bir de sondaki gönüllünün Seok Jun olacağına emin gibiydim, keşke o gelseydi. Onun dışında muhteşemdi ya. Gyeo Rye'nin doğum gününü yapmaları nasıl da güzeldi, Kang Banjang'ın son dileğinin bu oluşu... Gel de ağlama. Gözümden akan yaşlar, yüzümde kocaman bir gülümseme ile bitirdim bölümü. Bölüm sonunda Yoon Gyeo Rye'nin aynı ilk bölümdeki Kang Tae Shik gibi bir kaptan olması :") Bazı bağlar kalpten gelir. Aşçı hanım'ın Gyeo Rye'ye "Tıpkı baban gibi hep geç kalıyorsun." demesi de bunun kanıtı <3


Şimdi de dizinin güzeller güzeli şarkılarını paylaşayım sizinle. Hepsini dinliyorum bu aralar, diziye mükemmel uyuyor hepsi.
Kim Sung Gyu-Loner: En sık duyduğumuz parçalardan, Sunggyu'nun bal sesine de yakışmış.
Soyeon (LABOUM)-Starlight: Bu şarkıyı da bol bol duymamızın yanında benim favori parçam da oldu. Şarkıyı Soyeon'dan dinlediğimi öğrenmeden önce Taeyeon söylüyor sanmıştım, nakaratta sesleri inanılmaz benziyor. "Taeyeon'a bak, grup arkadaşı için patlatmış bir şarkı." dedim hatta ahahahah patlatmış bir şarkı, ama bunu değil.
Kim Feel-I Can't Forget You: Kim Feel'i ne kadar sevdiğimi bu blogu takip edenler bilir, bu şarkıyı nasıl sevdiğimi de şimdi öğrendiniz. Muhteşem ya muhteşem!
Lee Ye Joon-Young Day
Park Jin Joo-Halo: Dizinin on parmağında on marifet oyuncularından Park Jin Joo dizinin en hareketli şarkılarından biri olabilecek Halo'yu söylemiş, iyi de etmiş. Yalnız "neylo" olarak telaffuz etmiyor mu, ben mi yanlış duyuyorum?
Choi Yu Ree-I'll Protect You
SURAN-Let U Go
Sooyoung-To My Star
Taeyeon-You and Me

If You Wish Upon Me, biraz soluklanmak ve hayatınıza uzaktan bakabilmek istediğinizde sarılabileceğiniz bir dizi. Yavaş ve sakin havasıyla kitap okuyormuş gibi hissettirdi on altı bölüm boyunca. Hayat üzerine düşünecek bir dolu hikayesi olan If You Wish Upon Me, benim için çok özeldi, herkese tavsiye ediyorum, ısrar ediyorum.







































"Acın varsa bağıracaksın. Yoksa kimsenin ruhu duymaz. Katlanmanın alemi yok. Kim insanlara acıyı içinde tutup onunla yaşamasını söylüyor, merak ediyorum. Kimseyi asla acı çekmeye terk etmeyeceğim ben. Acını söylemelisin ve başkaları da acının farkında olmalı."


"Sorun değil. Kimse mükemmel bir hayat yaşayamaz. Gevşeyelim, tamam mı? Mükemmel bir hayat yaşamak sadece sizi yorar."