15 Haziran 2023 Perşembe

Dizi Yorumu: A Piece of Your Mind


"Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler." dizelerini ve şarkıyı hepiniz hatırlarsınız değil mi? Neden bilmiyorum ama bu diziyi tanımlarken hep bu çaldı aklımda.
Bugün konuşacağımız dizi bal Hae In'in One Spring Night tadında, yavaş ve melodram türünde başka bir dizisi, A Piece of Your Mind.

A Piece of Your Mind benim "Healing Drama" isimli listemde, kışın izlenmek üzere bekliyordu bir süredir. Zaman bugüneymiş, izleyeyim dedim hazır biraz boşluğum oluştuğunda. Baya bir olumsuz yorum vardı ama dinlemedim, önemsemedim, açtım ilk bölümü.

Güzeldi... Burada bir "ama" var tabi. Bence bu dizi, benim gibi melodram sever birisi için bile çok ağır ve yavaş akan bir yapıya sahipti. Diğer yönleri aşağıda daha enine boyuna konuşacağız ama herkesi uyarmak boynumun borcu, yavaş dizileri sevmeyenler hiiçç bulaşmasın. Zira bir iki bölümden sonrasına gidemeyeceklerdir, eğer en yavaş bölümlerin de ilk dört bölüm olduğunu göz önünde bulundurursak. Ama ben melodram severim, bu iş için varım diyenleri diziyi izlemeye, sonra da spoi bölgesine alalım efenim.

A Piece of Your Mind
Yönetmen: Lee Sang Yeob
Senarist: Lee Sook Yun
Yayıncı: tvN
Bölüm Sayısı: 12 Bölüm
Yayın Tarihleri: 23 Mart-28 Nisan 2020

Dizi basitçe bir yazılımcı olan Moon Ha Won (Jung Hae In) ile bir ses mühendisi olan Han Seo Woo'nun (Chae Soo Bin) hayatlarının kesişmesinden bahsediyor, en genel anlamda böyle. Hayatları, yolları, tanıdıkları gittikçe birbiriyle kesişiyor ve bir araya geliyorlar, kader gibi. İkisinin de unutamadıkları, yaraları, kimseye göstermedikleri yanları var. Biz bunları birbirleriyle nasıl aştıklarını izliyoruz.

Yönetmen Lee Sang Yeob, benim en son izlediğim dizilerden birisi olan Shopaholic Louis'in de yönetmeni. Diğer yaptığı işler Yumi's Cells ve Familiar Wife. Daha var da, bunlar en ünlüleri. Senaristin en bildiğim işi ise Tune in For Love filmi, orada da Hae In oynuyordu. Zaten daha çok film senaryoları yazmış bu senarist.
Dizi ilk olarak klasik 16 bölüm olarak planlanmış ancak daha sonra kısaltıldığı duyurulmuş. Reytingden diyorlar ama bilemiyorum.

-spoispoispoispoispoispoi-

Moon Ha Won (Jung Hae In)
Hae In'i daha önce kısır döngüyü bir türlü kıramadığı için yarım bıraktığım One Spring Night'ta, Tune in For Love'da ve While You Were Sleeping'de izledim. Ekrana çok yakışan ve bence en çok da böyle düşünceli, içe dönük karakterlerin yakıştığı bir oyuncu. Nazik görünümünün ve çok güzel ağlayabilmesinin bunda etkisi büyük. Ama seviyoruz merkez, daha çok başrol istiyoruz.
Moon Ha Won, bir AI şirketi kurmuş, akıllara zarar bir cihaz üretiyorlar bunlar. Mümkün mü değil mi bilmiyorum -ki çok da mümkün gelmedi- sesini bir cihaza kopyalıyorlar ve bu cihaz duyguları, sesi, hisleri vs. seninle aynı oluyor tamamen. Böyle tövbeestrağfirullah bi şey yani.
Ha Won inanılmaz içe dönük bir karakter. Yıllardır tek bir insanı sevmiş, içi yanmış, her türlü acıyı yaşamış ama yine de çevresindekilere tek bir söz etmemiş, canının yandığını söylememiş. Öyle de sağlam sevmiş ki, bir insan sevdiği insan evli olmasına rağmen, ondan hiçbir şey beklemeden nasıl sadece sevebilir. Zaten bu onu da eninde sonunda yıpratmış. O yüzden Ji Soo hayatını kaybettikten sonra gönüllü olarak Seo Woo'ya açıyor kalbini. Hisleri başını döndürüyor o yüzden. Bence Ha Won'un ilk defa karşılıklı duyguları yaşama süreci de başarılıydı. O nedensiz mutluluğu, kibarlığı falan çok şekerdi.
Klasik müzik seven, şiirler okuyan, sevdiği insana dünyayı serebilecek bir adam Ha Won. Benim dizideki favori karakterim oldu kendisi. Ama bazen biraz ağırlığını koy be adam, şu hayırsız yeğenini at gitsin dedim mi, dedim.

Han Seo Woo (Chae Soo Bin)

Daha önce hiç izlemedim Chae Soo Bin'i bu ilkti. Ama belli ki son olmayacak, sevdim <3 Yine de karakteri için aynı şeyi söyleyebilir miyim bilmiyorum... Bir ses mühendisi olan Han Seo Woo, Ha Won'un yeğeninin stüdyosunda çalışıyor. Yetenekli birisi, klasik müzik seviyor. Hayatında çok kötü şeyler yaşamış, anne babasını bir orman yangınında kaybetmiş, çok zor günler atlatmış ve buna rağmen hayatına devam etmiş. Bunlar çok takdire şayan özellikler ama... Burası o "ama" kısmı. Yani, sen iki gündür tanıdığın Kim Ji Soo'yla bu bağı ne ara kurmuş olabilirsin??? Kraldan çok kralcılık bu, ne alaka ya? Saçma sapan bir Ji Soo savunuculuğu, depresyonlara girmeler, kıza haksızlık yapıyormuş gibi hissetmeler falan. Zaten Ji Soo, Ha Won için yeterince önemliydi, bir de bunun için bu kadar önemli olunca komple çıkmadı ikisi arasındaki gölgesi kızın. Öyle yani, bu olaya sinir oldum biraz, hiç mantıklı değildi.
Onun dışında arkadaşlarıyla olan ilişkisini sevdim, duyguları konusunda cesur olmasını ve karşıdan beklemeden hamle yapacak kadar atak olmasını sevdim.
Bu kızın kaldığı Eunjoo Konukevi'ndeki ortamları çok güzeldi. Hele Eunjoo ile olan arkadaşlıkları çok tatlıydı. Zaten Jisoo ile olan saçma sapan bağları dışında Seo Woo cidden çok ölçülü bir karakter. Vermesi gerektiği şekilde tepki veriyor, abartılı kararlar almıyor. Ama işte son bölümde neden birden ara verme moduna girdi bilmiyorum. Gayet iyiydi ilişkileri. Yine de krizi atlatabilmelerini sevdim. Seo Woo düşünce yapısı olarak da çok tatlıydı bu arada. Yürüyüş için uygun olan 17 derece havaları sevmesi, içinde 'bahar' olan her şeyin güzelleştiğini düşünmesi, sokaklarına dönüp baktığında gördüğü gün batımının onu mutlu etmesi falan yani arkadaşım olsa inanılmaz iyi anlaşırdık gibi geliyor.



Bu ikisi hakkında çok fazla şey söylemeyeceğim için ikisini böyle aradan çıkaracağım. Üstteki Ha Won'un üvey yeğeni Soon Ho. Hikayeye ne kattı, bence hiçbir şey. Bencil bir karakterdi. Amcam da amcam, best amcam dedikten sonra sırf Kang In Wook'a aşık diye adamın ömürlük azabının hesabını sormasına engel oldu ya, ben orada şok oldum. O günden sonra Ha Won'un bunu msn de dahil olmak üzere her yerden engellemesi ve kati suretle görüşmemesini bekliyordum ki ben de öyle yapardım ama saftirik Ha Won'um affetti bunu. Sen bu bencillikle çok yaşamazsın abla, söyleyeyim sana. Karakteri Lee Ha Na canlandırıyor.
Alttaki de Jisoo'nun kocası, Kang In Wook. Jisoo'nun piyanist kocası koskoca Seul'de başka stüdyo yok gibi Ha Won'un yeğeninin stüdyosuna geliyor ve Ha Won'un şimdiki sevgilisiyle çalışıyor ses mühendisi olarak yok yav, tesadüfe bakar mısınız? Jisoo öldükten sonra depresyona giriyor, baya böyle piyanoyu falan rezil rezil çalıyor Soon Ho da bunu iyileştireceğim, düzelteceğim derken aşık oluyor buna. Zaten prob erkekleri düzeltme sevdası hiç bitmez... Vazgeçin bu sevdadan, olmuyor işte. Kang In Wook iyileşiyor iyileşmesine de bence sebebi Ha Won ile yüzleşmesi yani Soon Ho çok pay çıkarmasın bence kendine. Dizinin başından sonuna kadar panik atak gibi gözler kırmızı, eller titreye titreye gezdi bu adam da. O yüzden sonradan mutlu oldu mu bilmiyorum, kendi çapında olmuştur herhalde, çok belli edemiyordu ama. Kim Sung Kyu da bu role hayat veriyor.

Bu da Jisoo. Bu kadar bahsettik, resmini koyalım. Park Ju Hyun bu role hayat veriyor. Ha Won'un büyük aşkı, lakin ona yar olmamış. Kang In Wook'la evlenmiş. Ancak Kang In Wook'un Ha Won'un hayatını nasıl etkilediğini öğrenince araları bozulmuş kocasıyla da öyle değişik bir durumdu yani bunlarınki de. Donuk bir karakterdi, Seo Woo kısacık zamanda ne kadar ne paylaştı da bu kadar bağlandı bu kıza, anlamak güç.

Genel Yorumum

Geldik olayları geniiş olarak yorumlama evresine. Başlayalım bakalım, önce sevmediklerimiz.

Bence dizinin enn büyük dezavantajı çok zayıf bir başlangıç yapması. Zaten inanılmaz karışık başlıyor, Ji Soo kim, Ha Won kim, Ha Won'a amca diyen ama teyzesi gibi görünen kadın ne ayak, Ji Soo ve Seo Woo iki bölümde sıfırdan tanışıp ne ara bu kadar yakın oldular, bu Seo Woo'daki Ji Soo aşkı nereden geliyor gibi sorular aklımdan hiç gitmedi. Onun dışında bir de hikaye öyle bir başladı ki sanki hiçbir yere gitmeyecek. Böyle resmen karakterlerin hikayesine ortasından daldık.

Jisoo, ikilinin ilişkisinde o kadar ön planda ki. Yav bu kadın niye bu kadar başrol gibi. Zaten 12 bölümün 5 bölümü Jisoo hikayesiyle geçti. Başlangıç, Norveç'e gitmesi ve hayatını kaybetmesi, cihazıydı, konuşturmasıydı falan derken geçti, onun dışında da Ha Won ve Seo Woo'nun da tek ortak noktası. Ha Won'un ölümsüz aşkı, ikilinin ilişkisini o kadar baltalıyor ki bana kalırsa. Gölgesi hep üzerlerinde. Hadi Ha Won neyse de, Seo Woo'ya noluyor abi, max iki gün vakit geçirdin kadınla. Seo Woo'nun bu Ji Soo sevdası dizide en mantıksız şeydi bence. O konuşan cihazdan bile daha mantıksızdı.

Seul'ün nüfusu beş kişi falan herhalde, maşallah herkes birbirini tanıyor dizide, herkesin bir bağlantısı var. Seo Woo'nun birlikte çalıştığı müzisyen adam Ji Soo'nun kocası, Seo Woo, Ji Soo'yu da adamı da tanıyor ama bağlantıyı bilmiyor. Ji Soo aynı zamanda Seo Woo'nun sevdiği adam Ha Won'un Norveç'ten gelen eski aşkı, Ji Soo'nun kocası ve Ha Won da tanışıyorlar, Ha Won'un yeğeni yine herkesi tanıyor ama bağlantı yok asla, Ha Won'un çalıştığı psikiyatristin hastası Seo Woo'yla aynı yerde yaşamaya başlıyor, Ha Won daha Seo Woo'dan önce annesinin babasının evinin fotoğrafını çekmiş tesadüfe bak yav SİZ BENİ DELİRTMEK İSTİYOR OLABİLİR MİSİNİZ? Böyle saçma sapan şey mi olur, herkes birbirini tanıyor koskoca ülke değil mi bu Kore, dalga mı geçiyorsunuz bizimle?

Bunlar dışında başka bir şey yoktu sanırım. Yavaş falan diyeceğim aslında ama dizinin derdi belli zaten. Biraz daha akıcı ve bir yere varabilen diyaloglar daha iyi olabilirdi ama.


Tüm o yavaşlığı bir kenara, dizinin insanı dinlendiren yanı, benim en sevdiğim şeylerden birisi. Bahar başlangıcında geçen sıcacık bir hikaye. Mekanlar, diyaloglar, olaylar, günlük sıradan sohbetler o kadar rahatlatıcıydı ki. En güzel olan şeyse, karakterlerin içini sıcacık eden şeyleri bizim de görmemizdi. En sevdiğim şeylerden biri Seo Woo'nun ışığın altındaki sandalyede birini görmesiydi mesela, diğeri ise Ha Won'un Seo Woo'yu evinin önünde beklerken gördüğü sahnelerdi. O küçücük ayrıntılar, tekrarlayan küçük anlar öyle sevimliydi ki.

Dizide klasik müziğin hikayenin temelinde olması ruhumuz kadar kulaklarımızı da okşadı. Sahne arkalarındaki nefis şarkılar bir yana Kang In Wook'un çaldığı ya da Seo Woo'nun aranjesini yaptığı her melodi birbirinden güzeldi. O yönden de benden tam not aldı.

Slow burn deyince bu çift! Herkesle rekabet edebilir, herkesle boy ölçüşebilirsiniz ama bu hayattan göçüp gitmiş birisiyle, asla. Yenemeyeceğiniz tek insan odur. Kim Ji Soo da böyle. Ha Won'un yıllardır aşık olduğu tek insan olmasının yanı sıra, artık dünyada olmadığı için bu aşkın bitmesi çok zordur. Ama bunu öyle güzel işlemişler ki, hiç "Ha Won ne ara Ji Soo'yu unuttu da Seo Woo'ya aşık oldu?" diye düşünmedik. Ki zaten artık Ji Soo'ya hissettiklerinin büyük ölçüde küllenmiş olduğunu, sadece hikayenin tamamlanmamış olmasının onu böyle perişan ettiğini düşünüyorum ama tabi Ha Won bunların farkında değildi. O yüzden sadece Ji Soo öldüğünde, %1'i kaybettiğini öğrendiğinde o zaman kalbini açtı. Ki hikayeden tam dört bölüm kesilmiş olmasına rağmen bu hızın sabit tutulması bir başarı. Ha Won ve Seo Woo'nun slow burn ilişkisini çok sevdim yani ben. En ufak temasları, ruhu iyileştirir gibi sarılmaları, sabah erkenden aynı battaniyenin altında dışarıyı izlemeleri, birbirlerini izleyerek ayrı yerlerde uyumaları... Ha Won'un Seo Woo'nun hislerini öğrendiği sahne de çok güzeldi mesela. Seo Woo'nun Ha Won'un bakmaktan hoşlandığı şeyin o olduğunu anladığı sahne de öyle. Ay çok farklı hissettiriyorlardı ya. İçim kıpır kıpır oluyordu izlerken. Güzel sahneler kurgulamışlardı. Çok tutkulu bir hikayedense böyle bir aşk hikayesini izlemeyi sevdim.

İkili iletişimlerini de çok sevdim. Yavaşça gelişen sohbetleri, değindikleri konular, birbirlerine gülümseyerek bakmaları zaten çok sevdiğimiz anlardı ama benim favorim birlikte çalıştıkları yerlerdi. Öyle hiçbir şey yapmadan, konuşmadan, yan yana kendi işlerini yaptıkları sahneler. Bence bir ilişkinin gelebileceği en üst nokta bu, birlikte susabileceğin birisi. Hele bir sahne vardı ya, Min Jung'un aldığı pijama Seo Woo'nun boynunu kaşındırdığında Ha Won da oraya elini koyuyordu. Gözyaşları arasında "Şov yapma, kalk etiketi kes, kolun yorulacak bilmiyoruz sanki." dedim, evet. Oldu yani bu, yaşandı.

Başta Moon Ha Won olmak üzere hepsinin karakter gelişimlerini izlemek öylesine güzeldi ki. Ha Won'un Seo Woo'ya aşık olduktan sonra nasıl daha mutlu olduğunu, daha kaygısız olduğunu, o yanındayken hiç uğraşmadan uykuya dalabildiğini izlemek çok keyifliydi. Birbirlerine gerçekten iyi geldiler, iyileştirdiler ve yer edindiler. Seo Woo'nun Ha Won'la olduktan sonra evini ziyaret etmeye gidebilmesi de buna çok büyük bir örnekti. Arkasına dönüp Ha Won'u orada bulduğu an ise... Ha Won cidden sen seviyorum demesen de olur. 

Sinematografi efsaneydi. Norveç sahneleri, Seo Woo'nun sokağının gün batımındaki görünüşü, Seo Woo ve Ha Won'un üst geçitteki sahneleri, kiraz çiçekleri altında buluştukları sahne, Ha Won'un evi zaten başlı başına ve bahar karının yağdığı sahne... Estetik budur.



Dizinin müziklerinde aklımda kalan pek bir parça olmadı, genel olarak klasik müzik kullanıldığı için onlar dizi müziklerinden rol çaldı benim açımdan. Ama yine de güzel parçalar vardı, neredeyse hepsini de sıkça duyduk.
Ha Hyun Sang-Slowly Fall
Elaine-Rain or Shine
Jung Joon Il-Think It's You
Poetic Narrator-Who I Strolled With
Lasse Lindh-Be Your Moon

Sonuç olarak A Piece of Your Mind belki şimdiye kadar izlediğim tüm melodramlar arasında en yavaş olanı. Ama hani olur ya, bazen günlük hayatın arasında bir nefes almak isterseniz, ruhunuzu dinlendirme ihtiyacı duyarsanız, klasik müzik ve enfes manzaralarla hem gözünüzün hem kulağınızın bayram etmesini amaçlarsanız, bu dizi belki de doğru seçim olabilir. Bence bir şans vermenizde fayda var. İzleyeceklere, iyi seyirler!














"Herkes hata yapar. Doğa bile hata yapar. Ailem bir orman yangınında öldü. Genelde bunu insanlara söylemiyorum. Doğa bile hata yapar. Sorun değil. Bir şey değil."