13 Şubat 2021 Cumartesi

Dizi Yorumu: My Mister / My Ajussi

My Mister'ı şimdiye kadar çekilmiş en başarılı ve en gerçekçi Kore dizileri arasında saysak, yanılmış olmayız. Yazsam mı yazmasam mı diye epey düşündüm, ama yazmazsam içim rahat etmezdi geçtim başına bilgisayarımın. 

My Mister 2018'de yayınlandı ve birçok ödülü de silip süpürdü. Senaristi Another Miss Oh'un da senaristi olan Park Hae Young. Kendisi diğer dizisiyle de çok övülmüş. Onu da izleyeceğim bir ara.
My Mister için genel bir yorum yapmak gerekirse, ağır bir dizi. Kimsenin yüzü gülmüyor ciddiyim. Ama bir şekilde yakın hissediyorsunuz işte. O kadar yakın, o kadar size benzer insanlar var ki. Bir yerde kesişiyor yollar. Genelde blogda yazdığım diziler tavsiye ettiklerim oluyor. O yüzden dizinin ilk bölümlerdeki uzunluğuna ve yavaşlığına aldanmayın, sonradan su gibi akıp gidiyor.

İzlemeye karar verme sürecim çok uzun sürmedi. Lee Sun Kyun zaten yılların oyuncusu, IU ise insanların söylediği gibi çok kötü bir oyuncu değil bence. Tabi zaten herkes burada çok geliştiğini söylemiş ama Moon Lovers'ta da beni hiç rahatsız etmedi. Ya da ben ağlamaktan IU'yu görmemiştim ahahah
İkisinin nasıl bir kimyası olacağını merak ediyordum. Çekildiği dönemde çok fazla konu olan yaş farkı o kadar da sırıtmıyor ki zaten sıradan, romantik bir hikaye de yok ortada. Daha farklı, daha başka bir şey.



My Mister / Naui Ajussi
Yönetmen: Kim Won Suk, Kim Sang Woo
Senarist: Park Hae Young
Yayıncı: TvN
Bölüm Sayısı: 16
Yayın Tarihleri: 21 Mart-17 Mayıs 2018

Konusu her yerde oldukça kısa ve basitçe özetlenmiş. Ama bu özetin birçok şeyi açıklamamasından dolayı ben daha geniş bir özet yapacağım. 

Saman Mühendislik & İnşaat Şirketinde Yapı Mühendisi olarak çalışan Park Dong Hoon, isim benzerliği sebebiyle şirketteki güç çatışmalarının ortasında kalır. Aynı zamanda Dong Hoon'un eşiyle yasak ilişki yaşayan, kendinden küçük CEO Do Jun Yeong'un da kovdurmak istediklerinin başında gelmektedir. Yasak ilişkiyi tesadüfler sonucu öğrenen ve şirkette dönenleri de gözlemleyen genç ve zeki geçici çalışan Lee Ji An, CEO'ya belli bir ödeme karşılığında hem Park Dong Hoon'u hem de ona düşman bir başka yöneticiyi kovdurabileceği teklifiyle gider. 

Spoiler vermeden anlatabileceğim en yalın hali bu. Yukarıda anlattıklarımın hepsi ilk bölümde oluyor o yüzden spoiler sayılmaz. 

Ben spoiler içeren yorumuma geçmeden önce, diziyi izlemeyenlere şiddetle öneriyorum. Dizi konusu itibariyle karanlık ve yavaş, özelliği de bu. Ancak ilk bölümlere aldanıp kapatmayın. Sonra temposuna alışıyorsunuz zaten. Orada yaşıyor gibi oluyorsunuz. 

-eser miktarda spoi içeren alan-

KARAKTERLER
Park Dong Hoon (Lee Sun Kyun)

Dizinin açık ara farkla yıldızı bu adam işte. Lee Sun Kyun hem muhteşem bir oyuncu, hem de sesiyle diğer oyunculara açık ara fark atan bir adam. İnanılmaz güzel bir sesi var. Park Dong Hoon, okuldayken kendisinin alt sınıfı olan Do Jun Yeong'un emri altında bir yapı mühendisi. Do Jun Yeong, Dong Hoon'un eşiyle yasak ilişki yaşadığı için bu adamdan kurtulmak istiyor. 
Park Dong Hoon o kadar bambaşka bir karakter ki. Karıncayı bile incitemeyen, her şeyi içine atan, çok ince düşünen o insanlardan. Her şeyi o kadar çok içine atıyor ve tüm şeylerin yükünü taşımaya o kadar hevesli ki, "Dur artık." demek istiyorsunuz. Kardeşi, "Böyle içine atmaya devam edersen, hasta olacaksın." diye bağırıyordu. 
Dong Hoon ailenin tek çalışan kardeşi. O yüzden en büyük olmamasına karşın, ailenin yükünü çekiyor. Ailesine gerçekten çok bağlı bir karakter, bu da kendi çekirdek ailesinde bazı sorunlara sebep olmuş. Karısıyla olan ilişkisi gerçekten bir çıkmazdı. Karısı onunla ilgilenmediği için mi hiçbir şeyi konuşmaz olmuşlar yoksa konuşmadıkça anlaşamaz mı olmuşlar, çember ilk kimde kırılmış bilmiyorum ama gerçekten o evdeki elle tutulur gerginliği herkes hissetti. Ama yine de anlaşamadığımız insanları genelde gidip aldatmayız Kang Yoon Hee-ssi. Aklında bulunsun. Çok kızdım çok. Bu kadar düşünceli, bu kadar iyi ve nahif bir insan bile nasıl harcanır, onu gördüm. Aldatmayı öğrendiği sahnede de harikalar yarattı resmen. Bir insan aldatan eşine bile mi böyle anlayışlı olur? Daha çok sesini çıkarmasını isterdim, Do Jun Yeong'a diklendikçe rahatladım.
Park Dong Hoon gerçekten acılarla dolu bir karakter. Yaşamış, istediği yere gelememiş, bir türlü mutluluğu yakalayamamış. Çabalarsınız, tırmalarsınız, sonra geldiğiniz yere baktığınızda olmak istediğiniz yerle alakası olmadığını görürsünüz, bu benim en büyük korkum. Park Dong Hoon ise bunu yaşıyordu. O yüzden bu hallerine öyle üzüldüm ki. mutluluğu en çok hakeden karakter sendin Dong Hoon, yıldızın parlasın. Bir de bir yerlerde çirkin falan dediklerini gördüm, tövbe haşa, bu adam Kore'nin en çekici ajussilerindendir, dellendirmeyin beni :P Önce yönetici olmasıyla bizi gururlandırdı, sonra kendi şirketini açtı, CEO oldu. Yürü be Ajussi!



Lee Ji An (IU)
Dizinin bir başka yıldızı ise IU. Herkes oyunculuğunun çok geliştiğini söylemiş.
IU bu dizide bence de karakteri yaşadı. Başlarda duvar gibi, hissiz, umursamaz ve mimiksizdi. Artık hissizleşmiş, sadece o gün de hayatta kalabilmek için yaşıyor gibiydi. Yaşadıkları, çevrenin onu sürüklediği hayat ve geldiği yere çok üzüldüm. Sanki bir tek Dong Hoon onun sadece bir çocuk olduğunu görüp yargılamıyordu. Ji An yıllarca ailesinin borçlu olduğu tefecilerle uğraşmış, sonra hem işitme hem de konuşma yetersizliği olan anneannesini döven tefeciyi öldürmüş.
Bu bir suçun koşullarına göre değerlendirilmesinin önemini ortaya koyuyor. Herkese göre o bir katil ama Dong Hoon, "Meşru müdafaaydı." diyor. Evine izinsiz giren, işkence yapan bir adamı öldürmenin gölgesi hep üstünde kalıyor. 
İlk bölümde çalıştığı yerden aldığı yemek artıkları, ikişer paket kahveyle karnını doyurması falan o içler acısı halleri beni mahvetti. Erkenden büyümek zorunda kalmış bir çocuk, suça sürüklenmiş. 
Bazen kızdım, bunu niye yaptın dedim ama eninde sonunda o da nasıl bir insan olması gerektiğini öğrendi. Sen değil, seni bu hayata sürükleyenler utansın Ji An. O da Dong Hoon'la birlikte yavaş yavaş öğrendi ve tüm bu zorlukları birisiyle nasıl paylaşabileceğini gördü. Lee Ji An'ın böyle güzelce iyileşmesi beni sevindiren detaylardandı. Park Dong Hoon'a duyduğu saf bağlılık ve sevgisi de bence çok değerliydi. Kimseyi gerçekten sevmemiş, nasıl sevilir bilmemiş ama Park Dong Hoon ona kendi deyimiyle "Dört kereden fazla iyi davranan tek insan.". Birlikte yemek yemeleri, içmeleri ve eve yürümeleri çok iyileştirici anlardı. Ama biri beni gizli gizli dinlese çok sinirlenirdim. Park Dong Hoon yine iyi karşıladı.

Park Sang Hoon ve Park Gi Hoon (Park Ho San, Song Sae Byeok)
Park kardeşler yine bildiğimiz gibi... Gi Hoon her ne kadar, "Bu üçlüden bıktım usandım!" dese de asla ayrılamıyorlardı birbirlerinden. Hele Sang Hoon ve Gi Hoon sürekli birliktelerdi. Sang Hoon iflas etmiş, Gi Hoon ise kariyeri yerlerde bir yönetmen. Annelerinin evinde yaşarken, artık bu işin böyle gitmeyeceğine karar veriyorlar ve arkadaşlarının temizlik dükkanını devralıyorlar. Gi Hoon'un, herkes işe giderken uyanıp işe gittiği için bile mutlu olması, çok içimi acıtmıştı. 
Bu birbirine taban tabana zıt kardeşlerin her anını izlemek çok keyifliydi. Sang Hoon duygusal, neşeli ve yumuşak kalpliyken Gi Hoon daha huysuz, asabi ve çabuk parlayan bir karaktere sahipti. Aldatma olayını öğrendiklerindeki tepkileri ikisinin de karakterini gösteriyordu aslında. Gi Hoon hemen bağırıp çağırıp adamın kim olduğunu sormuştu. Dong Hoon'a kızmış, Yoon Hee'ye sinirlenmişti. Sang Hoon ise, ikisinin de sıkıntı çektiğini düşünüp Yoon Hee'yi neşelendirmeye çalışmıştı. Tabi ben Gi Hoon'un haklı olduğunu düşünüyorum :P Gi Hoon'un Yoo Ra'yla mutluluğu bulamamasına da üzüldüm.
Yaa bir de Dong Hoon'un, Sang Hoon'u ezen adamın iş yerine gidip ders verdiği yer de çok güzel değil miydi? Tam onun tarzıydı gerçekten. 


Dizinin yan karakterleri de en az ana karakterleri kadar başarılıydı. Dizinin son anına kadar yakınlık derecesini belirtmeseler de akraba değil de çok yakın arkadaş olduklarını anladığımız Jeong Hee mesela. Dünyalar tatlısı, neşeli ve cana yakındı. Barına da kendisine de aşık oldum. Hele o kıvır kıvır saçlarına ayrı aşığım. Onun da Yoon Sang Won ile çok üzücü bir hikayesi vardı. Her ağlayışında içimi parçaladı. Adam gitmiş keşiş olmuş ya, var mı ötesi? Nasıl bırakılır Jeong Hee gibi bir insan?

Crash Landing On You'da agu bugu sevdiğimiz Man Bok ise burada tam bir şerefsiz karaktersiz haysiyetsiz olmuş ki, sormayın gitsin, göresi gözüm yok kendisini.

Lee Kwang Il, Ji An'ın babasını öldürdüğü tefeciydi. Babasını öldürene kadar Ji An'a hep nazik ve iyi davranmış ancak babasını öldürdükten sonra Ji An'a hep eziyet etmiş bir insan. Nefretini kusmuş. Ji An'ı dövdüğü tüm anlarda kendisinden nefret ettim ama şunu da düşündüm, bu da kayıp çocuklardan birisi. Bu da, iyi olması için hiç fırsat verilmemiş bir çocuk aslında. USB'leri göndermesi, gerçekten beni çok mutlu eden bir hareketti, kaç yıllık hayatında bir şeyi de doğru yaptı. 

Park Dong Hoon'un ekibini de çok sevdim. Çok sadıklardı, dürüstlerdi ve Dong Hoon'a bağlılardı. Her şey ortaya çıkınca Ji An hakkında iyi şeyler söylemeye başlamaları ve onu sürekli yemeğe falan çağırdıkları kısımlar çok şirindi. Adamlar topluca işi bırakıp Dong Hoon'un şirketine geçti, Sadakatsiz Volkan, gel de sadakat gör :P

Dizinin Hugye Sabah Futbolu ekibi, yani Jeong Hee'nin Yeri daimi müdavimleri de çok şirindi. Bir avuç orta yaşlı adam, bu kadar mı eğlendirirler insanı. Çok kafa dengilerdi. Dizideki her karakter, sanki benim hayatımda varmış gibiydi. O yüzden çok keyif aldım sanırım. Evet daha çok dram yönü ağır basan bir gerçek hayat hikayesiydi ama gerçekçiydi. Olabildiğince gerçekleri anlatmışlar, toplumun eksik yönlerini anlatmışlar.



Dizinin izlemekten en keyif aldığım anları, hep birlikte Jeong Hee'nin yerinde toplandıkları o anlardı. O anlardaki konuşmalarından, hal ve tavırlarından o kadar hoşlandım ki. Hepsinin böylesine doğal olabildikleri tek yer burasıydı. Ve Ji An'ın dinleyerek tüm bu anların içinde olması da değişik bir detaydı. 

Dizinin en sevdiğim kısmı sınırsız kötülük ve sınırsız iyilik kavramının olmaması. Herkes, aynı gerçek hayatta olduğu gibi iyi ve kötü yanlar taşıyan insanlar. Bu çok gerçekçiydi. Kwang Il bile mesela, kötü bir karakter, ama son bölümde doğru bir davranıştı bulunabiliyordu. 

Çekim teknikleri, sahne geçişleri ve tabi ki de ses efektleri muhteşemdi! Dong Hoon'un adım seslerini duyuyorum hala. Hele o Ji An'ın uygulamayı sildiği anda, trenin ve ayak seslerinin birden kesilmesi ve gözünden bir damla yaş akması. Çok güzeldi be. Bir diğer unutamadığım sahne de Gwang Il, Dong Hoon'a "O benim babamı öldürdü." dediğinde bunu duyan Ji An'ın koşmayı bırakması, omuzlarının düşmesi ve o anda Dong Hoon'un, "Ben olsam ben de öldürürdüm." demesi üzerine ağlamaya başlaması. Off, tüyler diken. Daha aklıma gelmeyen bir sürü içe dokunan, vurucu sahne vardı. Son bölümde kendini oyalamaya çalıştığı halde birdenbire ağlamaya başlayan Dong Hoon'un o sahnesi mesela.

Ji An'ın Dong Hoon'un telefonunu dinleyerek onu tanıması, kah onunla gülmesi, kah ağlaması da epey etkileyiciydi bana kalırsa...

Ji An'ın sonunda aileye benzeyen insanlara sahip olduğu cenaze sahnesi de çok değerliydi. Sang Hoon'un yaptıkları, gelenler, çelenkler falan çok değerliydi. Sahnenin sonunda Ji An'ın da herkesle otobüse koşması güzelce planlanmış bir ayrıntıydı. Ji An'ın büyükannesine sarılıp, "Benim büyükannem olduğun için teşekkür ederim, tekrar karşılaşalım." diye ağladığı sahne de beni yıktı geçti.

Park Dong Hoon başta olmak üzere, tüm karakterlerin çok derinlemesine yazılmış oluşu, onları çok iyi tanıyacak hale gelmemiz de çok sevdiğim detaylardandı. Artık tüm karakterleri tanıyor gibiyim, hatta o kadar gerçekçiler ki sanki bir sokakta, Dong Hoon ve kardeşlerini sokakta yürürken görecek gibiyim. 

Ji An ve Dong Hoon'un arasındaki romantikten öte insanın içini yakan ilişki ve bağ da güzel yansıtılmıştı. Ne aşk, ne hoşlantı diyebilirim. Yalnızca derin, buruk ama sağlam bir bağ. Başka hiçbir şeye benzemeyen bir sevgi bağı.

Karakterlerin hiçbir yaptıklarının tek bir doğru cevabı yok, herkes bir yerde haklı. Bunu da siz buluyorsunuz, hikayeyi bir yerde siz bağlıyorsunuz. Mesela sonunu düşünelim. Busan'da çalışmaya giden Ji An, kendi işini kuran Dong Hoon. Tam da önceden konuştukları gibi birbirleriyle karşılaşıp selamlaşacak seviyedelerdi. Eğer ikisinin birlikte olup olmaması ya da görüşüyor olup olmamaları bakımından bakılırsa bu bir mutlu son değil. Ama iyileşmişler, birbirlerine iyi gelmişler ve kendi yollarına gidip bambaşka hayatlar inşa etmişler. Ve mutlular. Bu yönden bakarsanız da mutlu son. Son sahnedeki karşılaşmaları ve el ele sıkışmaları da çok değerliydi. Ve final beni çok mutlu etti. Herkesin istediği yola gitmesi ve Ji An'ın kendine güzel bir yol çizmesi, Dong Hoon'un onu öyle görünce gururlanması falan... Off çok güzeldi işte. Tatlı bir tebessüm bıraktı.

Dizinin tek hoşlanmadığım şeyi şirketteki entrikalardı. Allahın bir mühendislik şirketinde neyin taht kavgası bu çok pardon da? Bunlar beni sıktı, zaten böyle çok entrikalı işler beni gerer, ilk bölümlerde de epey zorlanmıştım o yüzden. Ama iyi ki devam etmişim. İyi ki her saniyesini izlemişim. 



Muhteşem OST listesi... Buraya yalnızca favorilerimi ekleyeceğim. Ama siz hepsini dinleyin. İnanılmaz güzel parçalar ve tüm sahnelere uygun parçalar seçilmişti. Müzik ve ses yönetmenini öpmek istiyorum alnından.
Vincent Blue-Rainbow: Dizinin, diziye en yakışan parçası. Hala duyunca tüylerim diken diken oluyor. Açık ara farkla en başarılı parça
Lee Hee Moon-The Man: Bu da Park Brothers'ın güzeller güzeli parçası. Dinleyin dinlettirin. 
Je Hwi-Dear Moon: Bu da muhteşem bir parça!
Koo Woo Rim-A Million Roses: Bu şarkıyı dinlerken aklıma hem Sang Won ve Jeong Hee gelecek, hep onların sahnelerinde çaldı.
Fav parçalarım bunlardı.

Ve son olarak Park Brothers'ın Hong Kong filmlerine benzer fotoğraf çektirmeleri beni çok mutlu etti, bunu da gördüm ya, bunun mutluluğu bize yeter ahahahah

Alfalarıma bak be!

"Kazanmak ya da kaybetmek diye bir şey yoktur. Herkesin kendi hayatı vardır."
















"Tüm seslerini seviyordum Ajussi. Tüm sözlerini... Ve düşüncelerini... Ve ayak seslerini... Hepsini seviyordum. Bir insanın nasıl olması gerektiğini ilk kez görmüş gibiydim."

"Beni kurtarmak için bu mahalleye gelmiş olmalısın. Ölümün eşiğindeydim, ama sen beni kurtardın."






"Bir kişiyi tanıdığında, gerçekten tanıdığında, ne yaptığının önemi kalmaz. Ve ben, seni tanıyorum."


1 Şubat 2021 Pazartesi

Film Yorumu: Tune in for Love

Merhabalar blog ahalisi! Uzun süredir burada film yorumu yapmıyordum ama, bu filmi gerçekten burada paylaşmak istedim. When The Weather Is Fine'ı bitirdikten sonra, slice of liiiife diye ağlaya ağlaya kendimi dağa taşa vurdum, öyle hayatın içinden, sıcak hikayeler arıyordum. Valla bir yerden sonra entrika, heyecan, o bu sarmıyor arkadaşlar. (80 yaşına gelmiş gibi konuşmam peki??)

Tune in for Love da bu yönden beni tatmin edecek bir konuya sahip gibiydi. Yorumları dikkate alsam izlemezdim çünkü bir çok yerde boş zaman varsa izlenecek bir film olarak bahsedilmiş. Ancak böyle sakin hikayelerin hastası olan ben hiç öyle düşünmedim. Gerçekten çok şirindi. Film bitti, dudağımda asılı kalan o tebessüm hala silinmedi :")


Tune in for Love / Yoo Yeol's Music Album

2019 yapımı bir film olan Tune in for Love, tam olarak 2 saat 2 dakika sürüyor. 
Başrollerini Jung Hae In ve Kim Go Eun paylaşıyor.

Mi Soo (Kim Go Eun) ailesinden kalan fırını işleten bir üniversite öğrencisi. Fırını birlikte işlettikleri bir akrabası/yakın birisi var, Eun Ja. Tam olarak akraba değiller sanırım, çok değinilmedi filmde. 
1994 yılında, Mi Soo fırını açmak için hazırlanırken, daha açılmadan önce sert görünüşlü birisi içeri girip soya fasulyeli bir şeyler ister. Mi Soo kalmadığını ve marketten alması gerektiğini söyler. Eleman arandığı ilanını gören Hyeon Woo (Jung Hae In) pastanede işe başlar. Bu şekilde tanışırlar. İyi anlaşırlar, ancak yıllar onları hep farklı yerlere sürüklemektedir. 

Açıkçası ne Jung Hae In'i, ne de Kim Go Eun'ı henüz bir projede izleme şansım olmadı. Aslında Jung Hae In'i gerçekten çok seviyorum, eğlence şovlarında falan çok şirin. Skandaldan başka her şeye benzeyen ve yanlış anlamadan kaynaklanan şu merkez olayının gölgesi kalksa keşke üstünden.
Kim Go Eun'a ise Cheese In The Trap'ten beri epey ön yargılıydım. Yani gerçekten izlemek istediğim yapımları var, ama bir türlü sıra gelmedi. Bu benim için hoş bir başlangıç oldu. Oyunculuğunu sevdim. 
Film tamı tamına 2 saat. Ama nasıl geçtiğini anlamadım, hiç sıkılmadım, dakikalar aktı gitti sanki.


Bu tip hikayeleri seviyorsanız, bir şans vermenizi ve en azından ilk yarım saatini izlemenizi tavsiye ediyorum. Zaten bence film ilk andan itibaren kendi dünyasına alıyor. 94 yılında, Mi Soo'nun Pastanesinin bir köşesinde oturuyorsunuz.

Henüz izlememiş olanlar için, Netflix'in fragmanını şöyle bırakayım.





Spoiler içerebilen ve muhtemelen içerecek olan alan!

1994'te, sonra 1997'de, 2000'de ve 2005'te tekrar karşılaştılar. Bunların içinde en sevdiğim, 94 yılında pastanede geçirdikleri o kısa zaman dilimi oldu sanırım. Bir şeyler gerçekten çok güzeldi.
Daha sonraki tesadüfi karşılaşmaları çok da gerçekçi olmasa bile, hepimizin içini titreten şeylerdi şimdi, itiraf edelim, biz bizeyiz.
Tüm bu yıllar içinde ikisinin de hayatlarının yavaş yavaş şekillenmesi, farklı yollar çizmeleri, bazı kötü ve iyi günler yaşamaları da izlemekten hoşlandığım şeylerdendi. İlişkileri gerçekten çok doğal bir şekilde ve izlemekten zevk aldığım bir biçimde şekillendi. Doğaldı. Mi Soo'nun, Hyeon Woo askere giderken ona bir mail hesabı açması ancak şifreyi vermeyi unutması, radyo programından dahi şifreyi söylemesi gerçekten şirindi. Neyse ki Hyeon Woo zeki birisi, buldu şifreyi. 

Yoo Yeol'un Müzik Albümü programının tam 94 yılında tanıştıkları günde başlaması, filmin içeriğinde de bu radyonun devamlılığını ve gelişimini izlememiz ve sonda Hyeon Woo'nun görüntülü yayınlanacak olan ilk programın kameramanı olması gözümüzden bir damla yaşı akıttı :") Bu radyo programının ikisi için çok özel olması başka güzel bir ayrıntıydı. Yine bu radyo programı sayesinde kavuştular <3

Oyunculuklar hakkında konuşmak istemiyorum çünkü bence ikisi de kendini kanıtlayan oyuncular. Beni gerçekten duygulandıran sahnelerden birisi de Hyeon Woo'nun arabanın arkasından sokaklarca koşması, en sonunda Mi Soo'nun inip. "Lütfen koşma. Yaralanacaksın." diyerek ağlaması oldu. Orada bir şüphe düştü içime yalan yok, kötü sonlu biter mi ya falan diye bir korktum, ama korkularım gerçekleşmedi çok şükür. 



Filmin tüm müzikleri çok güzeldi gerçekten. Sahne içi tüm şarkılar döneme uygun seçilmişti. Soundtrack listesinde çok eski parçalar bulunuyor. Ama son sahnede çalan Coldplay'den Fix You ortalığı tam anlamıyla yıktı geçti. Ağlayan da kim, benmişim...

Jung Hae In'in Hyeon Woo karakterini de gerçekten çok sevdim. Sanırım böyle içe dönük, sakin ve çekingen karakterleri daha bir seviyorum. Hep aynı karakterlerden sıkıldık mı ne? Kim Go Eun'ın karakteri Mi Soo da yine benzer ama biraz daha canlı ve neşeli bir karakterdi ve bence aralarındaki uyum gerçekten iyiydi. İkisinin karakterinin de mantıklı olmasını sevdim.

Filmin kırılma noktasını oluşturan ve bence bilinçli olarak kesik kesik anlatılan, Hyeon Woo'nun yapmadığı bir şey için hapiste yatmış olması çok üzücüydü. Bir insanın hayatının böyle kırılma ve dönüm noktalarıyla geri dönülmez biçimde yaralanması beni hep çok üzmüştür. Ancak sonrasında kendi yolunu çizebilmesi mutluluk vericiydi. 
Mi Soo'nun bunu bilmediği için kızması ve kırılması, Hyeon Woo'nun ise, bu dünyada bunu bilmeyen tek kişinin Mi Soo olmasını umması gerçekten duygulandığım anlardandı. İkisi de haklıydı, ne diyebilirim ki. Ama muhtemelen ben de Mi Soo gibi düşünür ne olursa olsun, bana söylemesini isterdim. 

Hem Mi Soo'nun hem de Hyeon Woo'nun en sonunda kendi istedikleri şeyi yapıyor olmaları, hayatlarında amaçladıkları şeylere ulaşmış olmaları da beni mutlu etti. Gerçekten ikisi için çok sevindim. 

Son kısımda Mi Soo'nun radyo binasına kadar koşması, camdan birbirlerini görüp gülümsemeleri, Hyeon Woo'nun fotoğraf çekmesi, sıcacık bir finali oluşturdu. Bu yüzden bu bitişi gerçekten sevdim. Bu hikayeye şahit olmak, yıllar içindeki tüm değişimlerini, yalpalamasını, hızlanmasını ve zaman zaman yavaşlamasını görmek gerçekten beni mutlu etti. İzlediğime gerçekten memnunum.



İzleyenlerin yorumlarını bekliyorum, güzel bir hafta olsun!