18 Şubat 2022 Cuma

Dizi Yorumu: Something About 1% / Something About 1 Percent

Herkese bolca selam! 
Bugün burada son derece çerezlik, klişe ama sevimli bir romcom olan Something About 1% hakkında konuşiciiz. 

Dizi aslında bir novel uyarlaması. Hatta 2003 yılında da başrollerini Kim Jung Hwa ve Kang Dong Won'un paylaştığı 26 bölümlük bir drama olarak olarak çekilmiş. Ufak tefek değişiklikler de yapılmış. 2003 versiyonu daha büyük prodüksiyonlu planlanmış olmalı. Aradan uzun bir zaman geçince onu da izlemek istiyorum.

Bu versiyon ise 2016 yapımı. Daha kısa ve daha hafif bir yapım. Bazen, böyle yorulduğum ve dolu dolu olan dizileri izlediğimde arkasından cheezy dramaları izlemeyi seviyorum. Just Between Lovers da çok çok sevdiğim ve çok etkilendiğim bir dramaydı. Üzerine daha çok yorulmayacağım, böyle çerezlik bir şey izlemek istedim. Bu dizi de epeydir listemdeydi. Bölümlerin de son bölümler dışında ortalama yarım saat olması da aklımı çeldi. Ha Seok Jin zaten CLOY'da, Ri Jeong Hyeok'un dünyalar iyisi abisi Ri Mu Hyeok'u canlandırarak benim kalbimi çoktan çalmış bir oyuncu. Jeon So Min'i de Running Man'den tanıyoruz artık. Aklıma hiç gelmeyecek bir ikili olsa da, o kadar yakışmışlar ki şaşırdım cidden.

Çok bir şey beklemeden, vakit geçirmelik olduğunu düşünerek izlenirse sevimli, izlerken yormayan, epey çerezlik bir dizi dediğim gibi. Eski dramaları anımsattığı için çok sevdim. İzlediğiniz için pişman olmazsınız, sevimli klişeleriyle yumuş yumuş olur, izlerken eğlenirsiniz. Özellikle finali resmen mutluluk garantisi vererek çekilmiş sanırım. Uzun zamandır hiç bu kadar gülümsememiştim ahaahsjaj


SOMETHING ABOUT 1%
Yönetmen: Kang Cheol Woo
Senarist/Yazar: Hyun Go Woon
Yayıncı: Dramax
Bölüm Sayısı: 16 Bölüm (bir bölüm ortalama 30 dakika)
Yayın Tarihleri: 5 Ekim-24 Kasım 2016

Bir öğretmen olan Kim Da Hyun, okul bahçesinde düştüğünü gördüğü bir yaşlı adama yardım eder ve onu hastaneye götürerek, tüm masrafları üstlenir. Yoksul gibi görünen bu yaşlı adam ülkenin en zengin şirketlerinden olan SH Group Şirketlerinin sahibidir. Da Hyun'un iyiliğinin karşılığını misliyle ödemek isteyen yaşlı adam, vasiyetini yeniden düzenler ve belgeye kibirli ve kaba torunu Lee Jae In'in mirası alabilmesi için tek koşulun Kim Da Hyun ile evlenmesi olduğunu ekler. Bir antlaşmayla birlikte bir ilişkiye başlayan Da Hyun ve Jae In birlikte zaman geçirdikçe birbirlerini yakından tanır ve hoşlanmaya başlarlar. 

Dizinin iki versiyonunun da senaristi ve kitabın yazarı Hyun Go Woon. Yönetmen de 2017 yapımı My Secret Romance dizisinin de yönetmeni. Peki bu ayrıntıyı niye verdim? Çünkü iki dizinin de kadrosunda olan beş kişiyi rahat sayabilirim. Başrol olan Jeon So Min bile MSR'de cameo olarak yer almış. Resmen kadroyu taşımışlar biraz komik. Ama üzücü olan kısım Ha Seok Jin için yazdıkları karakteri direkte My Secret Romance'de Sung Hoon için kullanmaları. Bu kadar benzer çok az karakter gördüm. İki dizi de çok benzer, çerezlik olabilir ama biraz farklılık iyi olurdu. Benim oyum Something About 1%'a kesinlikle.


Kore'nin en etkileyici sese sahip aktörlerini saymamı isteseler, bu adamı ilk üç içinde mutlaka sayarım, narkoz etkisinde bile olsam sayarım. Bakıyorsunuz baby face, bir konuşuyor şok! Muhteşem bir ses gerçekten, umarım boş zamanlarında pilotluk falan yapıyordur. Evet çünkü pilotluk için gereken tek şey ses, pilotaj falan hikaye...
Ha Seok Jin'i çok fazla izleme şansım olmadı ama çok yakışıklı buluyorum kendisini aynı zamanda gözleriyle bakışları cidden çok anlamlı. Bence bir oyuncu için çok avantajlı bir durum çünkü sadece gözleriyle bile oynayabilen oyuncular ekran önünde her zaman fark atıyor. 

Lee Jae In SH Group varisi olan ve şirketin otelinin başkanı. İlk bölümlerde kendi servetini kurmak istediği için çekilip otelin başına geçtiğini söylüyordu. Asıl şirketin varisi olmak istiyor elbet ancak bir rakibi de var, kuzeni Min Tae Ha. Karakter çok başarılı bir iş adamı, aksanlı da olsa ingilizce konuşup iş bağlıyor falan iyi hoş da biraz hırt bir çocuk. Klasik bir eski kdramalardaki zengin erkek tiplemesi. Yıl olmuş 2016, kızı sıkıştırıyor, kendi kafasına eseni yapıyor, kısıtlıyor, işte erkeklerle görüştürmüyor falan ne alaka?? Yani tamam kızın arkadaşının abisi de son bölümlerde saniyede bir kıza yürüyordu o da garip bir tipti ama niye tüm erkekler veto yedi şimdi? Yok işte ehliyet almasına gerek yokmuş, araba süren bir erkek arkadaşının olması yetermiş, mağara soğuk muydu Lee Jae In? Zaten bunlar hiç olmasa da kaba ve kibirli bir tip. Arada iyiliği tutuyor ama genel hatlarda böyle. Yine de Lee Jae In'i bu hale getirenin her şeyin para olduğu ve ilişkilerin rekabet üzerine kurulduğu bir aile olduğunu görebiliyoruz. Karışık bir geçmişi var yani sormayın çünkü ben de anlamadım. Sadece Kanada'daki teyzesi biyolojik annesi, anne dediği kadın da aslında kuzeninin annesi sanırım, beynim yandı daha fazlasını çözeyim derken, vazgeçtim ben de. Siz de bırakın dağınık kalsın...
Neyse ki son zamanlarda Da Hyun'un da etkisiyle daha kibar ve sevimli bir beyefendiye dönüştü. O güzel gözleriyle, sevimli bir gülümsemesi vardı ki sormayın. Mimiklerine düştük yine malsf... 
Ve kesinlikle söylemeliyim ki ilk bölümlerdeki takımlarıyla modayı daha ne kadar katledebilir diye düşündüm ama asıl şirketin yani SH'un başına geçtiğindeki tarzı, saçları, yelekli takımları 10/10'du. Bir kaç korkunç takımı dışında genelde güzel giyindiği söylenebilir ama son bölümlerde muhteşemdi. Yakışıklıya ne yakışmaz diyor ve Lee Jae In'i evetlerle uğurluyoruz.


Işıl ışıl gülümsemesiyle Jeon So Min'i sevmeyen çok az kişi vardır herhalde. Running Man'de boy göstermesiyle de epey tanınırlığı arttı. 
Kim Da Hyun dizide bir ilkokul ya da anaokulu öğretmeni. Tam olarak kademeyi kestiremiyorum. Bekar ve tam zamanlı idol fangörllüğü yapıyor. Allahım yemin ederim geleceğimi gördüm kızda. İleride okuldan gelip idol grup müzik videosu beklemem yok mu? Var tabii ki, kesin gerçekleşir bu senaryo... Mesleğinde de cıvıl cıvıl, öğrencilerine aşık bir öğretmen. Ama ışıl ışıl ya bu nasıl bir mesleğini sevmek, yerim seni de heyecanını da dedirtiyor insana. Bu kızı eğitim bakanı yapsınlar, Kore ertesi sene eğitimde lider ülke olur yani öyle bir aşk. Hatta yetmiyor haftasonları da yetimhanede gönüllü çalışıyor. Yalnız idolüyle arkadaş olmak herkese nasip olur mu bilmem ahshahhs Da Hyun çok sevimli bir karakterdi. Sıcak kanlı, kimseyi üzemeyen kibar birisi. Çok unutkan, telefonunu çantasını sürekli orada burada unutmasıyla ünlü. İlk bölümlerde evden çıkarken alacaklarını yazdığı bir pano vardı ahshahdh Ya bu arada pano demişken, Lee Jae In bu evi tamirata sokmadan önce bu kızın ne güzel bir evi vardı. Bayılmıştım eve. Sonra Lee Jae In bir tamirat yaptı... Ruhsuzluk abidesi bir ev. Ben olsam üç gün ağlardım. Giyimi de aynı evinin eski hali gibi cıvıl cıvıldı, bayyıldım. Aynı zamanda "Yaşının ne olduğu önemli değil, yakışıklıysa oppamdır." felsefesini kutluyor bu alanda başarılarının devamını diliyorum. Fangörllüğümüzün sancağını sen tutuyorsun, yürü be Kim DaDa.
Da Hyun baştan Jae In'i dolandırıcı sanıyor, Jae In ise Da Hyun'u servet avcısı. Zaten Da Hyun, Jae In'in teklifini kabul etmek istemiyor. Defalarca reddediyor. Sonra en sonunda antlaşmayı evliliğe değil altı aylık ilişkiye çeviriyor ve okula yapılacak yardımlarla birlikte kabul ediyor. Kızdaki eğitim öğretim aşkına bakar mısınız? Bunlar bu altı aylık sürede zor zamanlar geçiriyorlar, zavallı bebiş Jae In'in takıntılı manyak eski sevgilisi yüzünden kaçırılıyor bile (yuh demiş olabilirsiniz, ben dedim çünkü) ama eninde sonunda güzel günler güneşli günler dersem inanmayın çünkü ayrılıyorlar. Evet, altı ay bitince ayrı yollara gitme kararı alıyorlar. 
Bir de son bir ekleme, Da Hyun'un evlendikten sonra bile çalışmasını çok sevdim. Çünkü mesleğine bu kadar açık bir insan evlendikten sonra pat diye işi bıraksaydı hiç inandırıcı olmazdı. Sevdim. 



Peki dizi hakkında eleştireceklerim nedir?
Lee Jae In'in hırbo karakterini sevmediğimi belirttim zaten. Da Hyun'u da çok sevsem de bu şekilde sarsak ve iyi kalpli rollerin hep kadınlara biçilmesi biraz canımı sıkıyor aslında. Daha dişli karakterler izlemek istiyorum ama Da Hyun burada çok büyük ölçüde Jae In'in etkisi altında kalan bir karakterdi. Kendi istediklerini söyleyen ve yapan bir karakterdi evet ama Jae In'den çok fazla etkileniyordu karar anlamında. Han Joo Hee olayında da ne güzel affetmeyecek kızı diye seviniyordum, Jae In gelince aman tadımız kaçmasın moduna girip 'affettim' deyiverdi. Bunlar beni sıkıyor artık, melek gibi iyi karakterleri yemiyoruz. Bir de benim dikkatimi pek çekmedi son bölümlerde dertlenmekten ama bir kaç yorum yazısında görünce dikkatimi çekti. Cidden Da Hyun'un son bölümlerde unutkanlığı falan kalmamıştı, ne oldu B12 takviyesi mi yaptınız karaktere ahsjahdhhdhs Eğlendim, geçelim. 

Lee Jae In'in belalısı Han Joo Hee konusu çok uzatılmıştı bence. Kız diziye bir girdi, çıkmak bilmiyor bekle Allah bekle, duruyor hala olduğu yerde. Bir de düzgün dursa neyse, kafasında kırk tilki. Yok Jae In'e sarılam, Da Hyun'u kaçırtam, otele gidem de az boy gösterem, böyle bir tip. 

En sinir olduğum şey ise bu dizide kimse birbiriyle doğru düzgün konuşmuyor. Da Hyun'un en yakın arkadaşı Jae In'i biriyle görüyor, Jae In bir dakikalık açıklama yapamıyor "Kardeşim o." diye. Ya da şu Han Joo Hee, Da Hyun'u kaçırana kadar Jae In bunu adamdan sayıp da ağzının payını veremedi nedense. Dede desen Da Hyun'u çağırıp son bölüme kadar nereden tanıştıklarını söylemiyor, amca ne sorunlara sebep oldun bir bilsen. Hep herkes tabu oynuyor gibi kelime limitiyle konuşuyor yani niye konuşmuyorsunuz niyee?

Sona doğru olan ayrılık da biraz zorlamaydı. Yani ikisi de birbirlerinden hoşlanıyor ama cesur olamıyorlar. Tamam Jae In haklı, Da Hyun'u içine çektiği hayat Da Hyun için çok zorlu olabilecek bir hayat. Hep göz önünde olacağı bir hayat. O yüzden istemiyor ama Da Hyun'un daha cesur olmasını bekliyordum açıkçası. Boşu boşuna yataklara düştü kız. 



Sevdiğim yönlerden bahsedersek ise enn sevdiğim şeyden başlayalım. İkinci kadından yaka silktik ama ikinci erkek yoktu şükür. Ji Su dizimizin minnoşuydu ve Da Hyun'dan fersah fersah küçük olduğu için romantik bir ilişki olmadı aralarında. Bir ara kötü kuzen Min Tae Ha, dizinin ikinci erkeği olacak mı dedim ama hem olay çabucak çözüldü hem de sonradan Tae Ha ile Jae In'in arası düzeldi, bu da bir artı puandı. Niye küsüyorsunuz olum kardeşsiniz siz, diyerek ikisini barıştırmak istemiştim zaten dizi boyunca. Tae Ha ve Hyun Jin ikilisini de sevdim. 

Ha Seok Jin ve Jeon So Min'in kimyası diyorum. Konunun, olay örgüsünün ya da yan hikayelerin çok da derinlikli olmadığı bir diziyi bu kadar izleten şey, ana karakterlerin uyumudur. Kırk yıl düşünsem yan yana getiremeyeceğim bir ikili ama öyle güzel yakışmışlar ki yüzümde güller açtı ikisine baktıkça. Aynı zamanda Jeon So Min, güler yüzlü, kibar, sıcak kanlı öğretmen imajını, Ha Seok Jin ise işkolik, kaba ve kibirli chaebol imajını güzel taşımıştı. İkisi kendi rollerine de güzel uyum sağlamışlar, bunun da faydasını gördük. Yukarıda da dediğim gibi Da Hyun'un evlendikten son işi bırakmaması tam onluk bir hareketti. Jae In'in ise son ana kadar bir işkolik olarak kalması yine tam ondan bekleyeceğimiz şeylerdi. İnanılmaz evrimler geçirmediler. Bu da inandırıcılığı yükselten bir şeydi.

Bir diğer güzel kısım ise dizinin başından sonuna yayılan ilişki içinde duyguların ve değişimlerin çok doğal gerçekleşmesi. Jae In mesela, bir günde melek kesilmedi. Günden güne, Da Hyun ile görüşe görüşe, içindeki bastırdığı o insan gün yüzüne çıktı. Birbirlerinden yavaş yavaş hoşlandılar. İlk bölümlerdeki basit çekimler, dizinin ortalarına doğru hoşlanmaya ve duygulara dönüştü. Bunu böyle dengeli bir biçimde işlemelerini çok sevdim.

Yakın temaslar çok fazlaydı ve bunun da gayet yerinde olduğunu düşünüyorum. İki yetişkin insanın, formalite de olsa bir ilişki içindeyken birbirlerinden etkilenmeleri, birbirlerini öpmeleri, el ele tutuşmaları ve sık sık sarılmaları çok doğal bence. Daha ilişkilerinin başındayken bile birbirlerinden fersah fersah uzak duran çiftler bana hiç inandırıcı gelmiyordu açıkçası. Bunu da sevdim. 

Yan rollerin dengeli olduğunu düşünüyorum. Mini dizilerde işin içine çok yan karakter girince zaman yönetimi yapılması zorlaşıyor ve ana çifte, ana hikayeye pek bir şey kalmıyor. Muhtemelen uzun planlanmış bir dizi olsaydı, Jae In'in ailesinde neler olup bittiğini tam anlamıyla görürdük ama bence bu hali de gayet iyiydi. 

Dizinin ismine gönderme yapan replikleri ve yüzde bir ve yüzde doksan dokuz metaforunu sevdim. Tanışma ihtimali %1 olan bir çifti konu alan dizi ismiyle buna gönderme yapıyordu zaten. Da Hyun'un arkadaşı Hyun Jin, "Diyelim ki 99 iyi özelliği olan biri var. Ancak tek bir özelliği kötü. Ne kadar iyi biri olursa olsun o tek özellik yüzünden ondan nefret etmeye başlarsın. Diğer tarafta 99 kötü, tek iyi özelliği olan biri var. O iyi özelliği dikkatini çekerse işte ona aşık olursun. Çünkü o özellik o kişinin cazibesidir." diyerek harika bir tespit ortaya koymuştu. Dedemiz ise kapanış konuşmasında bazı insanların yüzde birlik benzersizliğinin diğer insanların yüzde birlik şansı olabileceğini fark ettiğini söylemişti. Son noktayı ise "Karşılaşma ihtimalimiz yüzde birdi." diyen Da Hyun'a verdiği cevabıyla Lee Jae In koydu. "Kalan yüzde doksan dokuz ise kaderimiz."

Ay bir de böyle gülümseme garantili final izlemeyeli ne kadar oldu ya? Çoğu şeyin sondan bir önceki bölüm çözülüp finalin yalnızca güzel günler güneşli günler tadında olmasına da bayıldım. O kadar çile çektikten sonra insan bunları görünce mutlu oluyor işte. Hiçbir senarist kavuşturma işini son bölüme bırakmasa, hayat bayram olsa!

OST listesini sevdim. Baby V.O.X'un Yayaya'sından JYP'nin Honey'ine kadar birçok eski parça da vardı. My Secret Romance, sadece oyuncuları değil, birkaç şarkıyı da almış 1%'dan. So Hyun'un Nothing is Easy'si bunlardan birisi. Ama benim en çok duyduğum ve diziye yakıştırdığım iki şarkı Lee Hae In & Baek Seung Heon-I Want You Bad ve Baek Seung Heon-Wait A Minute oldu.

Toparlayacak olursam ben çok sevdim. Oyuncuları birbirine yakıştırdım, rollerine yakıştırdım. Çoğu sahnesinde eğlendim, bünyeye romcom yükledim. Eh, daha ne olsun? Çerezlik bir şeyler arayanlara şiddetle önerilir.


















"Bununla birlikte zayıf ve güçsüzlerin arkasında duran, mücadele eden ve acı çekenlere güçlerini ödünç verenler de var. Böyle şeylerin büyük işler olmadığına inanan insanlar. Ve bu insanlar sayesinde bu dünya yaşanabilir halde. Bunu fark ettim. Bir kişinin yüzde birlik benzersizliğinin başka birinin yüzde doksan dokuzluk şansı olabileceğini şimdi anladım. Umarım dünya bu insanlarla dolar. Ben de artık başkalarına geri ödemeyi bilen özel biri olmak istiyorum. Hayatımın yüzde birlik özel şeyini buldum. En içten dileğim... Sizin de o yüzde biri bulmanız."

1 Şubat 2022 Salı

Dizi Yorumu: Just Between Lovers/Rain Or Shine



Herkese kocaman selamlar! Bugün burada son zamanlarda en çok seve seve izlediğim, gece aklımda kurup rüyalarıma girecek kadar kafama taktığım, nefesimi tutup izlediğim Just Between Lovers'dan bahsedeceğim. Yazı olarak biraz farklı bir tarz belirledim, sevdiklerim sevmediklerim diye ayırmak yerine bütün olarak dizi hakkında konuşacağım.

Öncelikle Just Between Lovers benim notlar alarak izlediğim tek dizi. Bazen durdurup bir repliği hakkında bile dakikalarca düşündüğüm oldu. Metinlerin altını okumak gereken, çok fazla anlam yüklü bir dizi. Beni o kadar çok etkiledi ki. Her bir karakteri hakkında saatlerce konuşabilirim.

2018 yılında çekiliyor Just Between Lovers. 16 bölüm olarak planlanıyor. 2017 Aralık'ta başlayıp, Ocak sonunda bitiyor. Secret Love'ın da senaryosunu yazarak ciğerimizi söken Yoo Bo Ra oturuyor senarist koltuğunda. Yönetmen ise, Kim Jin Won. 

Just Between Lovers'ı öneriyor muyum? Hayır, herkese değil. Komedi, romcom ya da fantastik sevenler diziyi ilk bölümden "yarım bırakılan diziler" çöplüğüne gönderecektir. Dizide adapte olamayacağınız, kendinizden bir parça bulamayacağınız hiçbir karakter yok. Evet biliyorum, seviyoruz içinde goblin, uzaylı, 4. prens, bin yıl önceden ya da sonradan gelen zaman yolcuları olan dizileri. Ben de çok seviyorum, bakmayın böyle dediğime. Lisede en sevdiğim dizi Stars ve Queen In Hyun's Man'di benim. Ama ekranı kapattığımızda orada kalıyor işte. Ama bu dizi öyle değil. Gang Doo, hayatını sürdürmeye çalışan alt komşunuz. Moon Soo, ara sıra durakta karşılaştığınız ama nasıl bir hayat yaşadığını bilmediğiniz o sessiz kadın. Büyükanne, sürekli sokakta gördüğünüz ama ismini bilmediğiniz o kişi. Dizideki hiçbir karakter hayata ait olamayacak kadar gerçeküstü değil, hepsi hayattan. Ama cidden dram içeren bir hikaye. O yüzden bu dizi dram sevenler için, ağır akan gerçekçi hikayeleri sevenler için, hayata dair tespitlerin olduğu hikayeleri sevenler için büyük bir lütuf adeta. Ben çok sevdim Just Between Lovers'ı. Umarım siz de seversiniz.

Spoiler olan bölgeye geçmeden önce konu hakkında kısacık bir bilgi vereyim. Dizi, hayatları çok büyük bir felaketle kesişmiş olan insanların, yıllar sonra tekrardan, bir şekilde karşılaşmalarıyla başlıyor aslında. Bu felaketin herkesi nasıl etkilediğini çok çarpıcı şekilde anlatıyor Just Between Lovers. Yıllar önce yıkılan bir alışveriş merkezinde göçük altında kalan iki kişi Gang Doo ve Moon Soo. Birisi bu kazada babasını, diğeri ise kız kardeşini kaybediyor. Zamanla bu hiç iyileşmeyecek gibi olan yaralarıyla yaşamaya alışıyorlar ancak ikisi de yıkılan alışveriş merkezinin olduğu arsaya yapılacak olan yeni binanın inşaatında çalışmaya başlayınca ve birlikte ölenlerin anısını yaşatmak için yapılacak anıtı tasarlama görevini üstlenince geçmişlerini tekrar anımsamaya ve yaşamaya başlıyorlar adeta.

-spoiler zone.-


Lee Jun Ho, sen nasıl bir oyuncusun? Junho hepimizin tanıdığı 2PM Junho, ancak oyunculuğunun bu kadar iyi olduğunu hiç bilmiyordum. On altı bölüm boyunca oynamadı, Gang Doo'yu yaşadı.
Lee Gang Doo, futbolcu olma hayalleriyle büyüyen bir çocuk. Ancak babasıyla gittikleri alışveriş merkezinin çökmesi üzerine bacağı çok ciddi bir şekilde yaralanıyor, babasını ise kaybediyor. Zaten kazadan çok önce de annesini kaybettiği için ailesinde yalnızca küçük kız kardeşi kalıyor. Bu kazadan sonra Gang Doo kendisini doktor olmak isteyen kardeşine adıyor, sadece günlük olarak yaşamaya başlıyor. Peki bu emeğin karşılığını da alıyor mu derseniz, yok. Ha duvar ha Gang Doo'nun kardeşi yani, o kız da bir değişik... Kazadan sonra borç alıyor ve günlük işlerde çalışarak borcunu ödemeye çalışıyor. Hayatı yalnızca bundan ibaret.
Hiç mükemmel bir insan değil, güçlü durmaya çalışan, kendini dış dünyaya kapatmış bir insan. Sanki o kazayla birlikte tüm hayatını gömmüş. Herkesle dalaşıyor, kavga ediyor, kimseye iyi tek bir şey söylemiyor. Ama aslında çok iyi bir insan. Etrafındaki herkese, hele onunla hiç ilgilenmeyen kız kardeşine karşı dünyalar iyisi bir insan. Kaldığı pansiyonun sahibinin oğlu Sang Man'a, Büyükanneye, Mary'ye karşı. Gang Doo'yu bu kadar sevmemin sebebi de buydu sanırım. Hiç mükemmel değil. Diğer dizilerdeki gibi über zengin değil, babasından kalan bir şirketi yok, kadınların etrafına pervane olduğu ama onun hepsini aşağılayarak yerin dibine soktuğu o toksik tiplerden biri ise hiç değil. Kendi halinde, yaralarıyla yaşamaya çalışan, nefes almaya çalışan bir karakter. Karakter demeye bile dilim varmıyor, öylesine ete kemiğe bürünmüş ki... Sadece, insan.
Dizi boyunca, "Keşke kocaman sarılsam." diye düşündüm. "Keşke Gang Doo'ya kocaman sarılsam." Kaldığı odayı gördüğümde, nazlanacak kimsesi olmadığını düşündüğünde, hastayken tek başına çabaladığını her gördüğümde böyle düşündüm, keşke sorun olmadığını söyleyebilsem. Gang Doo hep etrafımızda gördüğümüz ve bahtsız dediğimiz insanlardan. Hani olur ya neye elini atsa elinde kalır, çırpındıkça batar. Son bölümlerde bir repliği vardı Mary'ye, içimi acıttı. "Dibin kaç katı var?" diye soruyordu. Daha ne kadar dibe batabilirim ki? Hayatı gittikçe daha kötüye gidiyor gibi görünüyor, çabaları fayda etmiyor sanki. Gang Doo o yüzden, bilindik çizgi romanları sevdiğini söyleyen Moon Soo'ya kendini anlatıyor. "Çünkü iyiler kazanıyor ve çabalar her zaman karşılığını veriyor." Ah Gang Doo!
"Ben eskiden sadece bugünü düşünürdüm. Ha Moon Soo ile tanıştıktan sonra, yarını merak etmeye başladım." bunlar Gang Doo'nun, Moon Soo hakkında söyledikleri. Ona tekrar umut etmeyi, sevmeyi, sevilebilmeyi hatırlatan Moon Soo.


Won Jin Ah hayat veriyor bu role de. Kendisini daha önce izlemedim ama burada gördüklerimle söyleyebilirim ki oyunculuğu vasat. Bu dizide göze çarpmadı çünkü zaten duygularını çok belli etmeyen, güçlü durmaya çalışan ifadesiz bir rol oynuyordu. Sadece başkalarını mutlu etmek için takındığı o sahte gülüşü çok başarılıydı mesela. Ama cidden iyi performans sergilemesi gereken yerlerde, ilk bölümlerde bir patlama yaşayıp annesine içindekileri söylediği sahnede veya bağırarak ağlaması gereken yerlerde oldukça kötü olduğunu söylemek zorundayım. Bu tip rolleri kurtarır ama çok derinlikli, neşeli bir karakteri oynayabileceğini pek sanmam. Burada sahte gülümsemeleri ve vakur tavrı ile rolüne yakışmış.
Moon Soo da aynı alışveriş kazasında kardeşini kaybediyor. Aynı zamanda kendisi de enkaz altında kalıyor hatta Gang Doo ile ilk orada tanışıyorlar ancak Moon Soo'nun hafızasını kaybetmesi üzerine bir daha hiç görüşemiyorlar.
Moon Soo, Gang Doo'nun aksine savaşmaya, hayatta kalmaya çalışıyor. Mimarların verdiği planlar üzerine maketler yapıyor Moon Soo. Ancak verilenlere motamot uyarak sadece model yapmıyor, hesaplıyor ve binaların sağlam olması için gerekirse mimarı uyarıyor. Kardeşi gittikten sonra içkiye başlayan annesini toparlamaya çalışıyor, işlettikleri hamamla ilgileniyor, her şeyi ailesi için yapmaya başlıyor yani. Gang Doo kadar umutsuz olmasa da onun da hayatından çok bir beklentisi olduğu söylenemez. Oldukça kararlı ve olgun biri aynı zamanda. Hiçbir zaman bocalamadı, kimseye kulak asmadı ve her zaman doğru olduğu şeyi yaptı. Ne istediğini bilen karakterlere öyle hasret kalmışım ki Moon Soo'ya sarılıp bırakmamak istedim. Mesela onu en takdir ettiğim yerlerden birinde şirket yemeğinde elini yaktığında, daha kıdemli birisi "Neden hepsini orada pişiriyorsun ki?" diye çıkışmıştı. Başka birisi olsa susar, özür dilerdi çünkü hep öyle gördük. Ama Moon Soo susmadı, konuştu. "Çünkü sen orada duman olmasın diye hepsini burada yapmamı söyledin sunbae." Yürü be Moon Soo! Yalnızca son bölümlerde kendini suçlaması mantıksızdı. Eh o kadar kusur, Moon Soo'mda bile olur. 

Bir aile üyesini kaybetmek çok acı, tarifi imkansız bir acı. Hele ki böyle bir felakette olması bunun, tahayyül bile edilemez diye düşünüyorum. Kalanlar için acının boyutu bambaşka oluyor. Moon Soo'nun durumunda ise daha beter çünkü Moon Soo kardeşini yalnız bıraktığı için kendini suçluyor. Aynı zamanda açık açık söylemese de annesinin de onu suçladığını hissediyor ve Moon Soo, hayatta kalan olmanın dayanılmaz acısını her gün hissediyor. Ailede bir kardeş hayatını kaybettiğinde, hayatta kalan da kimliğini kaybediyor bence. Anne ve babanın acısını hafifletmek için her şeyi denemek, kendinden feragat etmek zorunda kalıyor hayatta kalan.
Kardeşinin ölümü üzerine, babasıyla da ayrı yaşamaya başlayan annesi, babasından boşanmak istemiyordu. Sebebi sorulunca da, "Hiç tanışmamış gibi olmayız ki. Mutlaka kaybettiğimi hissederim." diye yanıtlıyor. Burada diziyi durdurup sadece bu replik hakkında dakikalarca düşündüm. Bunu hiç böyle düşünmemişim. Hayatımızdan sayısız insan geçiyor. Bazıları giriyor ve hayatımızda kalıyor, bazılarını ise ne kadar tutmak istesek de tutamıyoruz. Kayıp gidiyorlar. O insanlar gittiklerinde hiç tanışmamış gibi olmuyoruz, mutlaka hissediyoruz. Kaybettiğimizi hissediyoruz. 


Gang Doo ise bu durumun bir benzerini ama daha ağırını yaşıyordu. Hem annesini hem babasını kaybettiği için kardeşinin tüm sorumluluğu kendine kalmış, hiçbir hayalini gerçekleştiremediği için kendinin kardeşinin hayalini gerçekleştirmeye adamış, kaybolmuş bir çocuk. Kazadan sonra yaşamayı bırakmış, sadece nefes almış. Kardeşinin niye Gang Doo'ya karşı bu kadar sert olduğunu da asla anlamadım. Hayatında kaybettiği insanların tüm sinirini, öfkesini Gang Doo'dan çıkarıyor gibiydi. Sanki alışveriş merkezini bu çocuk mu yıktı??? Çocuk kendini parçalamış kardeşi okusun, doktor olsun, iyi bir hayatı olsun diye kıza bak. Yani kardeşi Gang Doo'yu seviyor, sevmiyor değil ama... Gösterme şeklinde problem var. Ciddi bir problem hatta. Çocuk hastayken bile sanki abisini kurtarmak istiyor gibi değil de sırf kendisi ailesinden bir kişiyi daha kaybetmek istemediği için, yine kendisi için Gang Doo'yu kurtarmak istiyor gibiydi bence. 

Kendisi için kurtarmak deyince burada bir parantez açalım. Büyükanne eğer yaşasaydı, ameliyattan sonra tüm her şeyi, tüm hayatını unutacaktı. Mary, büyükannenin ameliyat olmamak istemesine saygı duyuyordu ve onun anıları olmadan yalnızca boş bir kabuk olacağını söy    lüyordu. Gang Doo ise yine de zorla büyükanneyi hastaneye yatırmak istediğini söylüyordu. Bu kısım da beni epey etkilemişti, notlara bakarken hatırladım. Eğer büyükanne o ameliyattan kimseyi hatırlamadan çıksaydı acaba yine de aynı insan mı olurdu? Adını bilmiyor, kimseyi tanımıyor, Gang Doo'yu hatırlamıyor... Bence ona aynı kişi diyebilmek gerçekten zor olurdu. Anılar, bizi biz yapan şeyler.


Dizinin ikinci karakterlerine de birlikte yer verelim. Aklımda hep Classic'teki haliyle kalacak olan Lee Ki Woo'nun hayat verdiği Seo Joo Won kendine ait bir mimarlık şirketi olan bir mimar. Babası yıkılan alışveriş merkezinin mimarıymış ve kazanın tüm sorumluluğunu aldıktan sonra intihar etmiş. Seo Joo Won'da tam bu yüzden onun ayak izlerini takip edip, yıkılan alışveriş merkezinin yerine yapılacak Biotown'ı tasarlarken ekstra dikkatli, ekstra titiz davranıyor. Moon Soo'yla önce Biotown'ın maketini yaparken sonra da anıt park projesi için birlikte çalışmaya başladıklarında hoşlanmaya başlıyor Moon Soo'dan. Çok düzgün, iyi kalpli ve kibar birisi. Birçok yönden mükemmele yakın bir insan. Zaten dizinin en büyük krizi de bu adamın mükemmelliğinden çıktı. Moon Soo'nun her fırsatta kızı suçlayıp duran annesi, Joo Won'u çok beğenip kızı onunla birlikte olsun diye kıza ısrar etti de etti, Gang Doo bu muhabbete şahit olunca kendini geri çekmek zorunda hissetti (Moon Soo'nun babasının da kendine pek de bayılmadığını da göz önüne alınca) ve sonrasında da başındaki bir sürü dertten dolayı kendini çekti de çekti. Olayların tatlıya bağlandığı bir bölümde, Moon Soo Joo Won'a baktığında, "Bakma, kıskanıyorum." diyordu Gang Doo. "Benim bakış açımdan bile çok havalı bir adam. O yüzden, bakma." Yerim seni Gang Doo!

Daha önce Moon Lovers'ta izlediğim Jang Han Na ise Joo Won'un hem eski sevgilisi, hem de Joo Won'un annesinin Joo Won'a iyi bir hayat verebilmek için babasıyla evlenmesi üzerine karışık bir şekilde oluşan ailesinin bir üyesi. Kötü bir şekilde bitmiş ilişkileri, Jung Yoo Jin abisini ve şirketini seçmiş. Çelik gibi sağlam, sarsılmaz görünen ama çok yalnız bir kadın. Hala Joo Won'a aşık. Kang Han Na ya kötü rollerde, ya da böyle sert imaj çizen ikinci rollerde oynuyor. Daha farklı rollerde görmek isterdim kendisini. Yoo Jin ile ilgili en sevdiğim şey dizinin kötüsü olmamasıydı sanırım. Hep olur ya, klişedir, ikinci kadın karakterler bolca kötülük yaparlar. Ama hayır, hayatta böyle tamamen kötü, tamamen iyi hiçbir insan yok ki. Hepimiz biraz iyi biraz kötü olan insanlarız. Yoo Jin'de hatalar yapmış bir kadın, ama kötü değil. Hatta Moon Soo ve Gang Doo arasındaki ilişkiye katkı sağlamışlığı bile var. Gang Doo ile olan ve birbirlerine tavsiye verdikleri arkadaşlıkları da sevimliydi bence. Ayrıca ilk bakışta Gang Doo'nun epey hasta olduğunu anlaması da nereden baksam alfalıktı.

Bu arada ben hep klişelerden alışık olduğum üzere umduğunu bulamayan Joo Won'un tekrar Yoo Jin'e döneceğini sandım ama son sahnede, Joo Won'un atölyede karşılaştığı kadınla çok zekice bir ters köşe yapıldı aslında. Hayat da böyledir. Gidenler geri gelmez, hayatımıza devam eder ve yeni insanlarla tanışırız. Gerçekten çok zekiceydi, ucunun açık kalması ise ayrıca güzeldi. O kadar küçücük bir sahnede bile harika bir mesaj vardı. Daha önce douglas çam ağacıyla çalışan Joo Won, ağacın büküldüğünü söylüyor, çam ağacının bükülüp bükülmeyeceğini soruyordu. Kadın gülümseyip şöyle diyordu Joo Won'a, "Böyle düşünüyorsan metaller koyup beton döksene. Ağaçlar bükülür ve yıpranır. Biz ise bunları göz önünde bulundurup çalışmak zorundayız."


Dizinin en altı dolu karakterlerinden birisi Büyükanne. Gençliğinde Gang Doo'nun borç aldığı tefeci olan Büyükanne, daha sonra bu işi bırakıp yasa dışı olarak doktorluk yapıyor. Yabancıları, sigortasızları, Mary'nin gece kulübünde çalışan kızları falan tedavi eden merdivenaltı bir yeri var. Ancak Gang Doo'yu kanatları altına alıyor ve onu asla bırakmıyor. Gang Doo'yu nasıl evladı gibi sevdiğini görünce öyle duygulandım ki. Ona her zaman destek olan, akıl veren, en güvendiği kişiydi Gang Doo'nun. Onları böyle görünce aklıma Du Sik ve Gam Ri geldi, büyükannenin Gam Ri'yle aynı sonu paylaşması tadımı kaçırdı... Büyükanne, Gang Doo'ya öyle güzel yol gösteriyordu ki her zaman. Moon Soo'nun tanıştıklarını hatırlamadığını, ona söylemesi gerekip gerekmediğini bilemeyen Gang Doo'ya şöyle diyordu. "Yüksek sesle ağlayan, en çok acı çeken değildir." Belki o da böyle teselli etmiştir kendini diyordu yani, örterek, unutarak. Hangimiz yapmıyoruz ki bunu.
Gang Doo için önemi tartışılmaz bir insan büyükanne. Keşke daha fazla görebilseydik. Şu muhteşem repliğini bırakmadan ayrılamam. "Her şeyin daha güzel olacağını umarak, hep unutmayı bekleyerek yaşadım. Sonunda ne fark ettim biliyor musun? Öyle bir gün gelmeyecek. Zorlayarak olacak şey değil. Akışına bırak gitsin. Hüzün ve acı hep yanı başımızdadır. Onu kabullenmekten başka ne yapabiliriz ki?"


Bir diğer muhteşem karakter ise Sang Man. Gang Doo'nun kaldığı pansiyonun sahibi, annesi ve Gang Doo olmazsa yaşayamayacağını söyleyen, Gang Doo'dan büyük olmasına rağmen ona "Hyung." diyen dünyalar tatlısı bir insan. Bir bölümde her zaman çok ağır ayakkabılar giydiği söylüyordu Sang Man. Moon Soo neden o kadar ağır ayakkabılar giydiğini sorunca, hafifliğin tadına varmak için giydiğini söylüyordu Sang Man. Tıpkı dizinin vermek istediği mesaj gibi. Acılar var, hüzünler var ama bunların hepsi gerçekten yaşadığımızı hissetmemiz için var. 
Gang Doo için adeta ikinci bir kardeş olmuş, ona kendi hayatıymış gibi bağlı Sang Man. Birlikte çatıda içiyorlar, çizgi romanlar okuyorlar, yemek yiyorlar. Hiç çıkar ilişkisinin güdülmediği öyle güzel bir ilişki ki Gang Doo ve Sang Man'ın ilişkisi... Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle izledim bölümleri. Son bölümde annesinin ikisini de yemeğe çağırması önce kulak asmayıp sonra iki kardeş gibi aynı anda fırlamaları içimde bir yerleri yaktı resmen.



Dizi temelde, hiç kimsenin cesaret edip de dokunmadığı insanların hayatlarını açıyor bize. Toplumun dışına itilen, bir felaketle bir anda hayatları kabusa dönmüş insanların. Ömür boyu kapanmayacak yaraları olan, çok incinmiş insanların. Kaderin rüzgarının oradan oraya savurduğu insanların. Sırf bu yüzden de benzerlerinden çok farklı, çok ayrı bir dizi benim için. Çok ütopik, binde bir olan dramları da konu almıyor, bizim gözümüzü kapattığımız gerçeklerden bahsediyor aslında. Bizim için de çok uzak değil depremde yıkılan binalar, son bulan hayatlar. 
Dizideki herkesin yaraları var. En tahammül edemediğimiz karakterlerin bile. Eski bir tefeci olan büyük annenin, babasının intiharını hiç unutamayan Joo Won'un, güçlü durmaya çalışsa bile ona hiçbir zaman insan gibi davranmayan müşterilerle uğraşmak zorunda olan Madam Mary'nin, yapayalnız kalmış olan Yoo Jin'in, Moon Soo'nun en yakın arkadaşı olan Wan Jin'in ve Wan Jin'in yardımcısı olan Jin Young'un. Çünkü hayat da böyle. Küçük ya da büyük hepimizin yaraları var, çabaları var ve mücadele ediyoruz. 
Moon Soo ve Gang Doo da bu afetle geri dönülmez biçimde yaralanmış olan insanlar. Yaraları hem kapanmıyor hem de yıkılan alışveriş merkezinin yerine dikilecek olan yeni binanın inşaatı için çalışırken her gün tekrar açılıyor adeta. Hayata tutunmaya, tekrar iyileşmeye çalışıyorlar. Gang Doo bunu Moon Soo'yla beraber yapmaya başlıyor. 

Biotown şantiyesinde, ölenler için hiç gözükmeyen bir yere koyulan ufacık anıtı parçalarken Gang Doo, ne kadar da hınçlanıyor. Tırnakları morarana kadar sallıyor baltayı. O kadar iyi anladım ki bunu neden yaptığını. Bununla birlikte baştan yapılması gereken bir anıt çıkıyor ortaya. Anıt için Seo Joo Won Moon Soo'yu görevlendiriyor ve şantiyede çalışan Gang Doo ile birlikte çalışıyorlar. İkisi de bu felaketin izini hala silemediği için anıt fikrine mesafeliler. Gang Doo mermer seçerken diyor ya hani, "İsimleri güzel bir taşa kazımanın ne anlamı var?" Bunu deyince mermer dükkanı sahibi onların hiç acı çekmemiş toy insanlar olduğunu sanıyor. Ama gerçekten ne anlamı var? Hiçbir şey telafi edilmiyor, ölenler geri gelmiyor. Mermer olmuş veya olmamış ne fark eder ki?
Aynı zamanda böyle olaylarda tek kurban ölenler olmuyor maalesef. Moon Soo, ölenlerin yakınlarını teselli ederken gördüğümüz üzere ailelerinden birini kaybeden herkes dağılıyor. O yüzden Gang Doo, tek kurbanların ölenler olmadığını düşünüyor. "Tek kurbanlar ölenler değildi. Ölen oğlunun eve gelmesini on yıldan fazla beklemiş, öldüğünü fark etmemiş. Unutmuş olabilir mi? Yaşamak zorunda kalanların acılı hayatlarını nasıl telafi edecekler?"



Moon Soo ve Gang Doo arasındaki ilişki çok güzel işlenmişti. Anıtı birlikte yapma fikriyle yakın oldular ve sonra birbirlerinin hayatlarına sızdılar. Gang Doo onu hatırladı, Moon Soo ise Gang Doo'yla ilgili şeyleri öğrendikçe daha çok yaklaştı aslında ona. Hiç bocalamadı, o mu bu mu diye düşünmedi. İlk andan beri kimi istediğini bilen bir kararlılıkla Gang Doo'nun peşinden gitti. Gang Doo'yu, büyükanne öldüğünde bile yalnız bırakmadı, o git demesine rağmen gitmedi. Ana karakterin bu kadar net bir kararlılıkla kadın başrolü geri çevirdiğini ilk defa izledim, iki bölüm falan kız ne dese ne yapsa da Gang Doo asla dönüp bakmadı. Ama en sonunda süngüsünü indirmesi, Moon Soo'nun elini tutup, "Git diyorum. Şimdi gitmezsen, bu eli bir daha bırakmayacağım." demesi hepimize derin bir nefes aldırdı. Moon Soo ona sarılıp saçlarını okşadığında Gang Doo'nun da bizim kadar derin bir nefes aldığı kesin. Nasıl iyileşiverdi hemen, zorluklarda birisine sırtımızı yaslamak ne kadar güven verici bir his. Gang Doo gibi her şeyle tek başına mücadele etmiş tek başına savaşmış birisi için ise daha büyük bir olay.
Moon Soo'nun son bölümlerde suçluluk duyduğu için Gang Doo'yu terk etmek istemesi, Gang Doo'yu düşündüğü içindi. Ama bence yine de her şey için kendine bu kadar yüklenmesi doğru değil. Çok kaderci bir düşünce yapısına sahip değilim ama bir yerde olacak olan oluyor. Gang Doo da her şey için kendisini suçlamanın çok saçma olduğunu anlatıyor Moon Soo'ya. Hasta olduğunu söylüyor, bu sayede aralarındaki küslük çok uzamıyor.
Bu arada bu bankadaki adam şantiyede "Bu adam bir katil!" diye bağırıp Gang Doo'yu suçladığında Moon Soo'nun dinlemeden çekip gitmesine hem çok şaşırmış ve çok üzülmüştüm hiç onluk bir hareket değildi çünkü. Sonradan anladık ki aslında Gang Doo'yu suçladığı için değil olayları düşünmek için gitmiş, hatta bankacıyla konuşup özür dilemesi için diretmiş. Ama bir anlat, bir dinle değil mi? Ne oldu sonra, iki bölüm boyunca peşinden koştun adamın.


Sevgi iyileştirir dedik değil mi? Osho bile, "Sevgi simyadır, seni değiştirebilecek şeyleri sev." demiş nihayetinde. Moon Soo ve Gang Doo'nun ilişkisinde de aslında birbirlerini sevmenin onları nasıl değiştirdiğini gördük. Moon Soo o sahte gülümsemelerini bir kenara bıraktı ve kendini dış dünyaya açtı. Kardeşi öldüğünden beri hep annesini toparlamak için uğraşmış ama hiç sonuç vermemiş çabaları. Gang Doo ile ise kendisi için çabaladı, kendisi için uğraştı kıza resmen yaşama sevinci geldi birden. Hal ve tavırlarında bile fark edildi o. Buluşacakları günlerde makyaj falan yapması ne kadar şirindi mesela, içi kıpır kıpırdı. Moon Soo geçmişini iyileştirmemiş, sadece üstünü örtmüş, yok saymış. Ama Gang Doo ile birlikte o kabuğu attı, tedavi de etti o yarayı. 
Gang Doo ise daha bambaşka yaşadı değişimini. Sahte bile olsa gülmeyen adam güler, şakalaşır ve hayattan zevk alır oldu. İlk defa kardeşi için değil, Mary için değil, büyükanne için değil kendisi için Moon Soo için endişelendi, bencil olup "Hastayım!" diyebildi mesela. Ya daha ötesi var mı, Gang Doo, Moon Soo'yla tanıştıktan sonra yarını merak eder oldu. Bir insan bir başkasına bu denli iyi gelebilir mi?

Birlikte lunaparka gittikleri sahne, çatıda oturup kitap okurken Gang Doo'nun Moon Soo'yu izlemesi ve gülümsemesi, birlikte bir tır bile kullanmaları ve Gang Doo'nun Moon Soo'nun fotoğrafını çekmesi, yine oğluşumun Moon Soo'ya "İyi değilsen iyi değilim de. Ufacıksın zaten, her şeyi içine atıp durma. Kız, bağır, çağır." dediği yer falan aklıma ilk anda gelen ve ilişkilerinin temellerini atan olaylardı.

Yani o yüzden Gang Doo ve Moon Soo'nun ilişkisi resmen ilmek ilmek işlenmiş, çok özel bir ilişkiydi, tam da olması gerektiği gibiydi bence. Öyle güzel hissettim ki birbirlerini nasıl sevdiklerini, nasıl düşünüp endişelendiklerini. Özellikle birden fazla kez de bahsettiğim üzere Gang Doo'nun Moon Soo'yu, uğruna yarını bile merak edeceği kadar sevmesi detayı çok özeldi bence. Binlerce seni seviyorum cümlesine bedel. Yalnızca senin sayende ve senin için yarını merak ediyorum, yarını yaşamak istiyorum. Moon Soo'nun da zaten yılmadan usanmadan Gang Doo'nun peşinden koşması ve hala çok nazikçe "Bıkana kadar sana geleceğim." demesi, ne kadar sevdiğinin bir göstergesi. Ve aslında Gang Doo'ya "Seni görmek bile bana acı veriyor, git!" derken, o göçük altından önce çıktığı için, bunca zaman Gang Doo'nun kabuslar görüp kafasının içinde sesler duymasına sebep olarak kendisini gördüğü için kendini suçluyordu aslında. Onu korumaya çalışıyordu ve Gang Doo'nun iyi olup olmayacağını düşünüyordu.



Gang Doo'nun hastalığı için ayrı bir parantez açalım. Büyükanne hastayken Gang Doo'nun burnunun kanaması hepimizce bilindiği üzere çok da hayırlı değildi. Ama güzel kurgulanmıştı. Enkaz aldığı günlerin vücuduna verdiği zarar, daha sonra bacağı için aldığı ilaçlar ve son zamanlarda sürekli üst üste gelen stres zaten yorgun olan karaciğerini bitirmişti. Gang Doo'nun hastalığını öğrendiğinde o hafiften hissedilen paniği, ne yapacağını düşünüp bocalaması beni öyle üzdü ki. Moon Soo'yla arası düzeldi, kardeşiyle arası düzeldi o dönemde Gang Doo'nun. Kardeşi, Moon Soo, Sangman, Mary... Hepsi karaciğerini hiç düşünmeden vermeye hazırdı. İşte tam da bu yüzden kardeşinin doktor arkadaşı şöyle diyordu, "Abin ne iş yapıyordu? Nasıl bir hayat yaşıyordu da karaciğerini vermek isteyen bu kadar çok insan var?" Sadece güzelce yaşamıştı Gang Doo, kimseye bir zararı olmamıştı ve çok fazla iyi insan vardı çevresinde, hepsi bu. 
 Son bölümlerin yıldız anlarından Gang Doo'nun bağırarak "Artık yetmez mi?" diye hastalığına isyan ettiği sahneydi, bir diğeriyse yine gurur yapmamasını söyleyen kardeşine, "Gururumu da atarsam nasıl yaşarım?" diye bağırdığı sahneydi. Moon Soo'ya söylemesine de çok şaşırdım. Klasik kdramalardaki gibi Moon Soo üzülmesin diye ondan saklar, Moon Soo da iş işten geçtikten sonra öğrenir ve "Bunu bana nasıl söylemezsin?" krizi yaşanır sandım ama olmadı. Helal Gang Doo'ma, çat diye söyledi.

Son bölümlerde Gang Doo ve Moon Soo'nun, Wan Jin'in evindeyken, eğer kaza olmasaydı herkesin hayatının nasıl olduğunu konuştukları sahne beni gerçekten çok etkiledi, içimi acıttı. Herkesin yapmak istediğini yaptığı, mutlu yaşadığı güzel bir hayat. Ancak ilk bölümlerde Gang Doo'nun da Moon Soo'ya dediği gibi, "Eğer deme. Bunun sonu yok." Eğer şöyle olsaydı, eğer böyle olsaydı, hayat sonsuz bir olasılıklar bütünü. Ama kader böyle yazılmış, olaylar buradan kırılmış, böyle olmuş. Bize de kabullenmek ve yaşamaya devam etmek kalıyor. Bir şekilde yaşamanın yolunu bulmak.
Just Between Lovers'ın anlattığı tam da buydu işte. Bir şekilde yaşamanın yolunu bulmak. Çok zor şeyler yaşamış ve yaşamaya devam eden, ama yine de avuntuyu birbirinde bulan insanlar. Birbirlerinden medet uman, umutlu olmaya devam eden ve hayal kuran insanlar. 



Daha öncesinden yorumları okumuş, sonu öğrenmiş olmama rağmen, dizinin sonunda olacaklardan öyle korktum ki. Özellikle de Gang Doo'nun başı Moon Soo'nun omzuna düştüğünde dedim ki "Eyvah, bu kötü sonla bitebilecek bir dizinin finaline inanılmaz benziyor..." Ama neyse ki Gang Doo'm kurtulmuş, bir süre kıvranıp bunu anladık. Son kısmında herkesin hayatının nasıl olduğuna dair kısa kısa yerler gördük. Moon Soo'nun annesi alkol bağımlılığından kurtulmak için bir adım atmış, Moon Soo hep istediği gibi hamamı restore etmeye başlamış, Wan Jin'in kafesine tekerlekli sandalyeliler için bir rampa yapılmış, organ bağışının önemine bir parmak basılarak Gang Doo için son anda bulunan organ onun hayatını kurtarmış ve en önemlisi de Gang Doo da sonunda istediği şeyi bulmuş, onun için çabalıyordu. Oradaki adamın da sonunda şantiyede kıdemli hale gelmesine sevindim, Gang Doo'ya az yardımcı olmadı. Keşke bu mutlu anları, hayatlarını iyiden iyiye yola koydukları anları daha çok izleseydik, bir tek bu içimde kaldı.

Bu kadar hassas olmasına rağmen bu kadar gerçek bir sürü olayı konu alması, bir ayağının hiçbir zaman gerçeklikten kopmaması, bir an bile temposunun düşmediği olay örgüsü ve nefis kurgulanmış karakterleri, harika replikleri ve aforizmaları benim, dizinin en beğendiğim yönleri.

Dizinin kurgusu kadar etkileyici olan müziklerini ise anmadan geçmek olmaz. Her parçası öyle güzel ve sahnelerle öyle güzel iç içe geçti ki dizi bittikten sonra dinlerken hafifçe gözümün önüne geliyor sahneler. Nasıl güzel melodiler, nasıl güzel sözler!
Zitten-I'll Be There
Savina&Drones-Aurora ft. Kim Kyung Hee
Ra.D-Just Missing Each Other
Lee Si Eun-That Day You Came To Me
Lee Chang Min-Stand By Me
Lee Junho-What Do You Need To Say?
Ryu Ji Hyun&Kim Kyung Hee-Where We
Ve bu da Gang Doo'nun Moon Soo'ya göçük altındayken söylediği parça: Bulldog Mansion-Destiny

Epey dağınık bir yazı oldu ama toparlayacak olursam, Just Between Lovers yalnızca dram olsun, insanlar ağlasın, çok ağlasın kafasıyla yazılmış değil çok güzel bir şekilde kurgulanmış dramatik olayların yer aldığı bir dizi. Birbirinden çok farklı olmasına birbirine çok bağlı bir grup insanın yaşamları, yaşadıkları, acıyla baş etme şekilleri, kendilerini iyileştirmeleri ve sevgiyle nasıl daha da iyileştiklerini izledik. Hayatın içindendi, sıcacıktı ve akıp gidiyordu. Dram seven kimsenin kaçırmaması gereken harika bir slice of life. Birbirlerini yalnızca o insan oldukları için seven iki insanın hayatını izledik on altı bölüm boyunca. Hayat böyle bir şey, yaşamak böyle bir şey. Basit, zor ama bu kadar. Mutlaka bir göz atın. Çok sevdim ya çok, benim puanım tam!







Sen nasıl bir oyuncusun Junho'm benim ya <3




Şu sahnenin güzelliği, renklerin bebişliği...





Herkesin kalbini eriten o sahne...






Sahneyi ilk kez görüyormuşum gibi içim acıyor şu anda...

"Eğer kırık parçaları iyileştirmek istiyorsam, yaraya sebep olan acıdan bile daha büyük bir acı çekecekmişim. Bu şekilde yara iyileşirmiş."




"Ne kadar zorluk yaşarsak yaşayalım, yanımızda bizi destekleyen birileri olduğu müddetçe elbet üstesinden gelebiliriz. Sizin de, yarını merakla beklemenize neden olacak biriyle karşılaşmanız dileğiyle. Sevgiler."