3 Temmuz 2023 Pazartesi

Dizi Yorumu: Summer Strike


 Temmuz'da konuşabileceğimiz dizilerin en güzeli Summer Strike, Türkçe adıyla Yaz Grevi! Gerçi ben bu diziyi izlerken havalar çok da iyi sayılmazdı. Dışarıda yağmur varken, rüzgar varken bu güzel yaz kasabasını izlemek bana iyi geldi.

Ama yine de neden yaz aylarında yayınlanmadığını merak ettim. Zaten Kasım sonunda yayınlanarak, mevsiminde izlenilme iddiasını bir kenara koyan bir dizi Summer Strike. O yüzden bence hayatını yeniden yoluna koyan bir karakterin anlatıldığı bir dizi her mevsim izlenir! Peki bu hayatı yola koyma yöntemi nedir? Tabi ki en sevdiğim, tası tarağı toplayıp kırsala kaçmak.

Beni biraz takip edenler biliyordur ki, bu mentali toparlamak için kırsala kaçma teması benim en en enn sevdiğim konulardan birisidir. Bu konuda hiçbir diziyi kaçırmam. When The Weather Is Fine ve HomCha'yı da çok sevmiştim mesela, bayılıyorum bu temaya.

Babam emekli olduktan sonra memleketimize yerleştik. Küçük bir kasaba, sahil kenarı, bana göre Ege'nin en güzel köşesi. Liseyi böyle küçük bir yerde okumuş olmama rağmen hiç pişman olmadım, aksine çok güzel anılar bıraktı bende. Okula gitmek için üç saat erken kalkmak zorunda değildim, trafikte ömrüm geçmiyordu, kimsenin birbirini tanımadığı bir binada değildim, alt sınıflar, üst sınıflar ve tüm öğretmenler isim isim herkesi bilirdi. Açık amfiye bakan pencereleri olan okulumuzun Japon liselerine benzeyen minik bir binası ama kocaman ve yemyeşil bir bahçesi vardı. Bahar gelirken arkadaşlarımla eve yürümenin tadı hala aklımdadır.
Sözü neden bu kadar uzattım, özlemden herhalde. Ama toparlıyorum. Bu kırsala kaçma hikayelerini bu kadar sevmemin sebebi biraz kişisel sanırım. Babamın işi sebebiyle liseye kadar o şehirden bu şehre, kimseyi tanımadığımız yerlere savrulunca lisede herkesi tanıdığım bir mahallede olmak, anahtarımı unutup kapıda kalınca beni eve davet edip yemek ısıtan, meyve soyan komşulara sahip olmak, yazın bir yerden dönerken çimlerin en gölgelik yerine çektikleri bahçe masasında çay içerken hemen bardağımızı alıp yanlarına ilişmek, yazlıkta denizden dönerken bahçesinde salça yapan komşu teyzemizin kazanda kaynayan salçadan sürdüğü ev ekmeğini yemek falan benim için o kadar 'ev' gibi hissettiriyor ki. O yüzden dünyaya bin kere de gelsem, o kasabada yaşamak isterim, can atıyorum hala dönebilmek için. Trafik de, büyük şehir de, imkanlar da, fırsatlar da hepsi sizin olsun. Ben tatil beldesi insanıyım ahahaahs O yüzden yani, çok severim kırsala dönme hikayelerini, sonum bu olacak diye de olabilir :P

Konu bal, Siwan'a zaten Run On'dan yanığız, Seolhyun taa idol günlerinden beri takipçisi olduğum birisi, ee daha ne duruyorum ki diyerek ben bu diziyi daha güncelken, iki bölümü varken izlemiştim. Ama ne yazık ki yeni bölümleri gelince yorumdaki slice of life nedir bilmez insanlar benim hevesimi kırdı, ben de gittim inandım. Yok efendim çok sıkıcı, yok efendim konusu belli değil, yok dizide hiçbir şey olmuyo falan yazmışlar ben de inandım, araya da zaman girince komple bıraktım diziyi. Ama geçen bir yerlerde tekrar görünce, taste sahibi insanlar da diziyi övünce, dayanamadım tekrar başladım.
Evet arkadaşlar dizi durağan da sayılır yavaş da denilir. Ama zaten bu tür tam olarak bundan beslenir.

Bu diziyi kim sever? Benim gibi slice of life sevenler, daha önceden kırsal hikayelerini (HomCha gibi değil de daha çok When The Weather Is Fine gibi yavaş hikayeleri) sevenler, dizilerin durağan olmasıyla ya da sakin ilerleyişiyle bir sorunu olmayanlar severler. Bu diziye içim rahat şekilde romantik komedi de diyemem. Zira ilk bölümdeki sancılı kendini bulma süreci ne komik ne de romantik. Bence daha çok hayatı izlemek gibi, her şeyiyle. O yüzden çok romantik ya da eğlenceli şeyler arayanlar muhtemelen ilk bölümden sonra diziyi bırakacaklardır. Ama türün sevdalıları kaçırmasın, tadı uzun süre aklınızda kalacaktır. Benim de tekrar tekrar izleyip kendimi safe place hissedeceğim bir drama olmuş.

Summer Strike / I Don't Want To Do Anything
Yönetmen: Lee Yoon Jung, Hong Moon Pyo
Senarist: Joo Young Hyun (webcomic), Hong Moon Pyo, Lee Yoon Jung
Yayıncı: ENA, Genie TV, Seezn
Bölüm Sayısı: 12 Bölüm
Yayın Tarihleri: 21 Kasım-27 Aralık 2022

Adının anlamı 'yaz mevsimi' olan Lee Yeo Reum (Kim Seol Hyun) hayatının sonbaharını yaşamaktadır. Sevgilisinden ayrıldıktan ve annesini kaybettikten sonra mutlu olmadığı ve sorunlar yaşadığı işiyle kalabalık şehirde yaşamak için çabalamaktadır. En sonunda bir gün böyle yaşamak istemediğine karar verir ve bir sahil kasabasına taşınarak orada hiçbir şey yapmadan, birikiminden azar azar harcayarak yaşamaya karar verir. Az kira vereceği bir evde yaşayacak, kitabı kütüphaneden alacak ve çok harcama yapmadan basit yaşamaya devam edecektir. Angok adındaki bu kasabada nazik bir hayat süren, utangaç kütüphaneci Ahn Dae Bum (Im Si Wan) ile tanışmak onu çok mutlu etse de evinde garip bir yabancının onu gözetlemesi ve tehdit etmesi huzurunu kaçıracaktır.

Summer Strike aynı adlı bir webtoon'dan uyarlama. Bakındım Türkçe çevirisi yok gibi, ama İngilizcesi mevcut. Meraklısına duyuralım. Dizinin hem yönetmenliğini hem de senaristliğini yapan Lee Yoon Jung'un senaristliğini üstlendiği ilk iş Summer Strike olsa da yönetmenlik koltuğunda oturduğu diziler arasında Cheese In The Trap ve Coffee Prince gibi yapımlar var.

Bunları da söylediğimize göre, başlayalım mı? *spoi*

Lee Yeo Reum (Kim Seol Hyun)

Ben lisedeyken o yılların en popüler idollerinden birisi Seolhyun'du. Bizim zamanın Suzy'siydi ki aşağı yukarı miss A'in aktifliğinin azalmasına ve Suzy'nin idol kariyerinin düşüşe geçip aktris olarak devam etmesine tekabül ediyor o yıllar. Grubu AOA o kadar da hit olmasa da (ki çok ünlü oldukları bir dönem vardı) Seolhyun'un popülaritesi şakaya gelmezdi. Her reklamı, çekimi vs. olay olurdu. Ben de hem Seolhyun'u hem AOA'i Confused'ü çıkarttıkları yıllardan beri tanıyorum ve takip ediyorum. AOA'in bir dizi skandalla sona eren kariyerine dek hep takip etmiştim ne yapıp ettiklerini, sonrası boşluk, Seolhyun'u uzun bir süre sonrasında ilk burada gördüm. Yaş aldıkça zarif aurası artmış, dizideki çok hafif makyajına rağmen güzelliği ön plandaydı. Zaten ben onu kemikli nazik yüzü ve hafif esmer teniyle eskiden beri çok güzel bulurum, özellikle biraz kilo aldığında inanılmaz yakıştırırım. Burada da yine çok şirin, su gibiydi. Oyunculuğu ise çok eskiden oynadığı ve pek de iyi yorumlar almadığı dizilere göre çok çok iyiydi bence, iyi iş çıkardı.
Lee Yeo Reum çok nazik ve içe dönük bir insan. Kore'nin rekabetçi özel sektörüne dayanabilecek bir insan değil ki zaten şirkette hakkını yemelerinden de belli bu durum. O dünya için çok pasif, hakkını arayamıyor. O yüzden, dizide en sevdiğim sahnelerden biri olan metroya binmeyi reddetmesiyle veriyor kararını. Evde her şeyi ayırıyor, minimalist bir yaşamı benimseyip fazla eşyaları atıp sadece kullanacaklarını dolduruyor çantasına ve çıkıyor yola.
Burada bir parantez açmam gerekirse ben bu minimalistlik işini baya bir araştırdım, belgesellerini falan izledim, sonuç şu ki ben asla bir minimalist olamam. Aldığım bir kremin kutusunu bile aylarca atamadığım için işime yarayan ve fazla olan şeyleri atma fikri bile uykularımı kaçırıyor. Ama bütün eşyası tek bir bavul olan Yeo Reum'ı nasıl kıskandım bilemezsiniz.
Angok'a taşınınca eski ve terkedilmiş bir bilardo salonunu kiralıyor ucuz diye. Ama nasıl kötü bir yer... Köhne, yerler beton, karanlık ve pis. Hadi yazın neyse de kışın asla yaşanacak yer değil. Ama Yeo Reum hem geçici olduğunu düşündüğünden hem de ucuz olduğundan yaşamaya başlıyor bu binada.
Yeo Reum sessiz sakin yaşayan ama doğru olduğuna inandığı şeyi yapan sağlam fikirli biri. Her ne kadar Geun Ho'yu neden ihbar etmediklerini sorgulasalar da, suçu ölmüş kadına atıp "Büyükanne bana onun zararsız olduğunu söylemişti." demedi, oysa kolay olan oydu. Ama o verdiği kararı yalnızca kendisi üstlenerek tepkileri metanetle kabul etti. En çok da bu yönünü sevdim sanırım. Ne yaşarsa yaşasın kimseye öfkelenmedi, kızmadı. Herkesin hayatında böyle insanlara ihtiyacı var bence. Rahatlatıcı etkisiyle herkesi saran, hiçbir şeyi olmasa da güven veren birisi. Okumayı çok seven bir karakter olması da onu bu kadar benimsememi sağlayan en büyük özelliklerinden birisi sanırım.

Bu kadar içe dönük olmasına rağmen bulunduğu yere kolayca uyum sağlaması, iş hayatındayken çok boyun eğen birisi olmasına rağmen Angok'ta birden daha mutlu biri olması da güzel detaylardan birisiydi. Bana kattığı şeylerden birisi ise bir şeyi gerçekten sevip sevmediğini kontrol etme yöntemiydi. "Eğer ıssız bir adada olsam bunu yapar mıydım?" düşüncesiyle hobilerimi gerçekten sevip sevmediğimi kontrol ettim ben de. Dae Bum'un işiyle ilgili aydınlanması da çok gerçekçiydi. Kimse ıssız bir adada fizik kitabı okumak istemez.
Hayal ettiğim hayatı yaşıyorsun Lee Yeo Reum. Bilardo salonundan bozma ilk evin hayalime çok dahil olmasa da diğer kısımlar, özellikle Ahn Dae Bum gibi bir adam, hepimizin hayali. Bayrağı sen taşıyorsun ahahahah
Ya harbiden ama, Yeo Reum'un hayatına çok özendim ya bu nasıl bir hayat! Sabah kalk, süt dağıt. Bisikletle eve dön, 8.30'da mesai bitmiş. Bom'la yaşadığın güzeller güzeli evini toparla, sonra akşama kadar kütüphanede Dae Bum'la fingirdemek eşliğinde kitap oku. Akşam Bom'la sabaha kadar da makara yap. Yani Allah bize de nasip etsin, ne diyebilirim?

Ahn Dae Bum (Im Si Wan)

Im Si Wan, uzun saçlarıyla bir ödül törenine katılmıştı, işte o zaman bu saçlarıyla keşke bir dizi falan çekse demiştim. Olmaz sandım, en sevdiğim konu, Im Si Wan gibi bir adamla geldi, nassıl güzel haber <3 Yalnız Siwan'ın da böyle romcom sayılabilecek dizilerinde masum, soft, hassas insanları canlandırıp diğer dizi filmlerinde çivici katili oynaması ahaahsahsh Bu adama sevimli sahtekar rolü falan da çok yakışır ama benim favorim Run On Ki Seon Gyeom, her genç kızın rüyası...
Ahn Dae Bum, Si Wan'ın Run On'daki karakteri olan Ki Seon Gyeom'a çok benziyor, hatta ondan bile içe dönük bir karakter. Ama bu haliyle de mükemmel. Yeo Reum'ın kiraladığı eski salonu eskiden ailesi işleten Dae Bum, orada ablasının ve annesinin ölümüne şahit olmuş. Aynı zamanda babasının da oradan koşarak uzaklaşmasını çocuk aklıyla yanlış anlayıp polislere ablasını babasının öldürdüğünü söylemiş. Küçücük yaşta suçluluk hissi, annesinin ölümüyle de yalnızlık hissi omuzlarına binince birden büyüyüvermiş
Çok bariz bir sosyal anksiyetesi olan Dae Bum, yabancılarla konuşamıyor. Hatta ilk bölümlerde Yeo Reum ile de konuşmuyordu. Eskiden fizik öğrenimi görmüş, hatta süper zeki bir çocuk ama en sonunda hırsı ona zarar verdiği için bırakıp memleketine dönmüş. Angok'ta kütüphaneci olmaktan çok mutlu da yani, bunun salak arkadaşı taktı yok akademiye dön, yok profesörle konuş. Ayar oldum kadına, dünyalar sinsisi. Dizinin başından beri tek düzgün hareketi olmadı o yüzden bahsetmek istemiyorum kendisinden, gıcık oldum. Hometown Cha Cha Cha'da senarist miydi, yazar mıydı neydi, hatırlarsınız işte Ji PD'nin yanındaki kadın oynuyor. 
Dae Bum çok hassas, dünyalar tatlısı bir insan ama bu kadar çekingen olması ikili ilişkilerinde bir miktar sorun yaratabiliyor. Ki zaten bir sorunla karşılaşınca içine dönüyor daha çok. Bu anlamda Yeo Reum'la olmak onu değiştirebilir. Uyumlu iki insan, ama birbirlerini de tamamlıyorlar bir yandan.
Her ne olursa olsun ben böyle erkek karakterleri izlemeyi çok seviyorum. Üzülmeyen, kırılmayan, belki gerçekten sevmeyen, kibirden önünü görmeyen başrollerdense bu erkekleri. Daha yaralı, daha kırılgan ama kesinlikle daha insan.


Kasabanın haylaz kızı Kim Bom ve işinde gücünde, parlak çocuğu Heo Jae Hoon, bu ilişki hiçç sekmez. Bu ilişki Yeo Reum ve Dae Bum ilişkisine tur bindirerek bir ilke imza attı ama Bom bu çocuğa çok saygısızlık etti bunu da söylemem lazım. Çocuk aralarındaki mesafeyi aşmaya çalıştıkça "Aynı değiliz." kartını çocuğun gözüne gözüne soktu. Aynı değilsiniz de napalım yani şimdi? Çocuk köprü altında mı yaşasın aynı olabilmeniz için? Çocuğu konu mankeni gibi her şeyin dışında bıraktı, buluşmalarında onu ekip haber verme zahmetine bile girmedi, iyi bile dayandı valla bu Jae Hoon. Ben olsam Amerika'ya gider daha da dönmezdim ama Jae Hoon çok seviyormuş, döndü.
Bom'u Shin Eun Soo, Jae Hoon'u ise Bang Jae Min canlandırıyor.

Bom'un şu büyükannesi ise muhteşem birisiydi, keşke harcanmasaydı. Son zamanlarda Yeo Reum'dan okuma yazma öğretmesini istemesi, torunlarına olan sonsuz şefkati, bilgeliği... Dizinin tatlışı sendin be büyükanne.


Şu ekip ise Angok ekibi. Ji Young dışında hepsi çok sevilesiydi. Şu sarı kafalı Sung Min'in baştan dünyalar hayırsızı bir insan olması ama içinden yufka yürekli bir baby çıkması?? O ve oğlunu izlemek çok keyifliydi bence. Umarım giyinmeyi öğrenebilir ahahahaah

Genel Yorumum

Şimdi bu minnoşlar minnoşu diziyi enine boyuna konuşuciiz. Her zaman olduğu üzere, ilk olarak neleri sevmedim bahsedeyim.

Yani o kadar bir şey bulamadım ki söyleyecek... Şunu söyleyebilirim ama, Yeo Reum ve Dae Bum ilişkisi çok derinleştirilerek işlenmiş değerli bir ilişkiydi ve yansıtılma şeklini çok beğendim ama çok mu slow burn olmuş? Bana biraz öyle geldi. Yani dizi on ikinci bölümde bitecek bekliyorum, hiçbir şey olmuyor net bir gelişme denebilecek. Daha somut aşamalar görmek isterdim. Bu arada somut aşamadan kastım sadece fiziksel temas değil, yanlış anlaşılmasın. Daha çok şeyden bahsediyorum, aralarında somut olarak duygularından bahsedilmesi, dile getirilmesi, konuşulması. Konuşuyorlar mesela, konu duygularına gelecek gibi oluyor sonra pat diye ya konuşma/sahne bitiyor ya da tamamen başka bir konuya evriliyor. Mesela şu yukarıdaki yağmur sahnesi, tam itiraflık sahneydi, pat diye bitti.

Yani azıcık bir mutlu olduk, iki deniz gördük, doğa gördük, rahatladık, ne oldu sonra?? Dayadılar yine dramı onuncu bölümden. Hem de ne dram... Bitmiyor yarabbi, bölümler geçti bitmedi. Tamam olayların çözülmesi için gerekliydi ama neden büyükanneyi harcadınız neden? Ve neden bu kadar uzun sürdü bu olaylar zaten hepi topu on iki bölümdü dizi. Buna biraz sinir oldum yalan yok. Seri katile bile gerek yoktu, zorlamışlar biraz.


Şimdi de beğendiklerimizi konuşalım bakalım.

Yukarıda slow burn falan dedik ama bunun dışında 10/10 ilişkiydi. Benim bir ilişkide en sevdiğim şey bir yerden sonra gelişen tanıdıklık hissidir. Hem sonsuza kadar konuşabilir hem de sonsuza kadar susabilirsin. Bence bu çok değerli. Yeo Reum diyor ya, "Günlük hayatlarımız basit olabilir ama konuşacak konularımız bitmiyor." Tam olarak böyle bir ilişkiydi. Günlük hayattan, sıcacık, birbirinin gözünü boyama, etkileme amacı olmadan. İkisinin de, özellikle Dae Bum'un ilişkideki yeni yetme halleri öyle güzel yansıtılmıştı ki. Sabaha kadar mesajlaşmaları, Yeo Reum'ın Dae Bum'un aramasını cevaplarken duyduğu heyecan, Dae Bum ona "Sesini duymak güzel." deyince eliyle ağzını kapatıp havayı tekmelemesi falan ay en güzel flört evreleri ya, yerim. İzlerken ben de yumuş yumuş oldum. Ama asıl kral hareket neydi? Yeo Reum ayakkabım yırtıldı deyince Dae Bum'un yerdeki parkeden ayak boyutunu ölçüp ona ayakkabı alması... Ya şaka mısın sen Dae Bum? Daha üstü gelir mi, bir süre hiç sanmam. Aynı zamanda çok da sağlıklı bir ilişkiydi, baştan sona green flag. Bu kadar birbirinin sınırlarına saygılı, birbirlerini önemseyen, sağlıklı bir ilişki yaşayan çift gelir mi, sanmam.

Köylerde, kasabalarda ya da kırsalda insanlar daha bir bir arada yaşarlar. Bu bir aradalık sürekli görüşme falan değil tabi, ancak birisinin bir işi varsa hep beraber yapılır, ihtiyacı olana hemen koşulur. Mesela kutlanacak bir şey varsa eğer, hemen etrafta herkes gelir, büyük sofralar kurulur. Bu dizide de bunu çok gördük. Büyük sofralarda yemekler yemeleri, Yeo Reum, Dae Bum, Bom ve Jae Hoon dörtlüsünün birlikte geziye gitmesi, sahildeki yürüyüşleri, çatıdaki partileri falan derken en sevdiğim sahneler bu sahneler oluverdi. Büyükanne ölmeden önce Yeo Reum'ın orada yatıya kaldığı ve Bom'la gülüşmekten uyuyamadığı sahne de çok gerçekçiydi mesela. Yakın arkadaşım ya da kuzenimle kaç kere kaldığımı bilirim, kıkırdamaktan uyuyamazdık.

Kasaba halkının karikatürize edilmemesini sevdim. Bu tip dizilerde genelde kırsal kesim insanı hiç işi olmayan, kaygısız, neşeli, gürültücü ve sabahtan akşama kadar boş gezen insanlar olarak resmedilir. Ama anneannesi ve dedesi çiftçi olan birisi olarak söylüyorum ki asla böyle değil. Şehirde yaşayan insanlardan daha çok çalışıyorlar çünkü iş hiç bitmiyor. Mesai saati de olmadığı için o yaz gecelerinde saat onda, on birde dedemin traktörünün bahçeye girdiğini hatırlıyorum. O yüzden Angok'taki insanların hepsinin kendi işinde gücünde olması, büyük bir olay olduğunda kenetlenmesi, iyi anlaşanların olduğu kadar kötü anlaşanların da olması, iyi insanların yanında daha az iyi insanların da olması çok daha akla yatkın. Evet, renkli ve komik sahil kasabası tiplemelerini de seviyoruz, gülüyoruz da. Ama bir yerde hangisi daha gerçek diye sorarsanız, Summer Strike'takiler diyebilirim. Hepsi hikayeleri, kendi dertleri, işleri olan insanlar. 

Dizi konu itibariyle çok çok güzel. Güzeller güzeli bir sahil kasabasında, parası bitene kadar hiç çalışmadan yaşamayı amaçlayan bir kadın. Hem hepimizin hayali hem de huzur veren bir havası var. Replikleri, konu aldıkları, anlatmak istedikleri öyle güzel ki. Araya sıkıştırılan katil hikayesi dışında her şey olması gerektiği gibi, çok rahatlatıcı. Terapi gibi izliyordum ben. Hikayenin havada kalmayıp Yeo Reum'ın kendine göre, yorucu olmayan ama hayatını idame ettirebilecek şekilde çalışmasıyla bitmesi de çok güzel oldu. Süt satmaya karar verdi, Bom'un evine yerleşti ve hayatını tam anlamıyla düzenine oturttu. Nerede ya bu Kore kırsalı, ben de gelecem. Gongjin, Ongsan, Angok, Bukhyeonri neredesiniz?
Dizi hepi topu 12 bölüm, bölüm süreleri de yeni nesil kdramalara göre epey az, genelde 45-50 dakika civarı ortalama. Bunun da avantajı ise söylemek istediklerini lafı dolandırmadan söylemesi. Olayları gereksiz uzatmadan, dolambaçlı yollara sokmadan, dallandırıp budaklandırmadan vermiş mesajını.

Kitapların hikayede büyük yer tutması, Dae Bum'un kütüphaneci olması ve aynı zamanda eski kitapları onarması, Yeo Reum'ın çok iyi bir okuyucu olması ve kütüphanede geçen birçok sahne olması bir okur olarak beni mutlu etti. When The Weather Is Fine havası aldım. Ama keşke daha çok kitap adı geçseydi. Dizilerden, filmlerden oluşturduğum okuma listelerini çok seviyorum çünkü. Yine de, bu haliyle de beni mutlu etti bu durum.

Fani biri, bir final bölümünden daha ne ister ya! Siz böyle şeyler yazabiliyordunuz da yıllardır bize niye izlettiniz o saçma sapan sonları? Mutlu son tam olarak bu benim için. Ne büyük bir olaya, ne düğüne festivale falan gerek var, sadece bu işte. Herkesin hikayesinin bir nebze de olsa yoluna girdiğini görmek, bundan sonra nasıl yol çizeceklerinin sinyalini almak, süregelen olayların bir bir çözüme ulaştığını görmek, ana karakterin asıl meseleyi çözümlemesini görmek ve işin içine biraz da peri masalı tozu serpmek için dizideki herkesin en sonunda iyiyi bulmasını izlemek. Benim mutlu son anlayışım tam olarak bu, Summer Strike'ın senaristinin de o olsa gerek ki, nefis bir son biçmiş bize. Eline sağlık, üstüne konuşacak bir şey kalmamış.


Dizinin şarkı listesinin geneli aynı dizi gibi sakinleştirici, rahatlatıcı, yaz gibi şarkılarla doluydu. Hepsini sabahın köründe işe gitmek için tren beklerken, tren gelince de insanları dirseklemek suretiyle kendime yer açmaya çalışırken dinlemek biraz yaralayıcıydı ama napalım yani, hiç kimse işini bırakıp kırsala kaçamıyo şu an ahahhahah
Favorilerim Fromm'dan A Slow Summer Song, Enhypen'dan Zero Moment ve tearliner'ın Me, The Protagonist'iyle dizinin Jae Hoon'u olan Bang Jaemin'in eşlik ettiği We Swim in Dreams ve son olarak Sunnie'den Color.
Jihyo(TWICE)-A Strange Day
THE BOYZ-Summer Night
Fromm-A Slow Summer Song
Heesung,Jay,Jake(ENHYPEN)-Zero Moment
Jiyoon(ICHILLIN')-I'll Wait
tearliner-We Swim in Dreams
tearliner-Me, The Protagonist (ft. Love X Stereo)
Seola(WJSN)-Lover
Kum Junhyeon-Hello, Stranger
Sunnie-Color
Hwang Inhyeok-I Will Remember You
low-end project-I See You Like I See The Sun

Hayatım nereye gidiyor, o gidiyor da ben geliyor muyum, ne yapmam gerekiyor ve ne yapacağım soruları kafanızda dönüp duruyorsa, bir parça dinlenmek ve soluklanmak istiyorsanız, hayatın koşuşturmasından bir parça sıyrılıp yavaşlayabilmek istiyorsanız Summer Strike'ı çokça tavsiye ediyorum. O kadar güzel ki... Yavaş ilerleyişiyle, kitap gibi cümleleriyle, tablo gibi manzaralarıyla size derin bir nefes aldırıp yaşadığınızı tekrar hatırlatacak.









Çen büyüdün de iltifat mı ediyorsun çen?








Burada ayak numarasını ölçüyo...


"Mutluluğun ne olduğunu düşündüm. Sözlükteki anlamına baktım. Mutluluk hoşnut olma, tatmin olma ve hayattan memnun olma durumudur. Bu tanımı çok uzun buldum, ben de daha kısasını yapmaya karar verdim. Mutluluk, yeterli olma halidir.



"Hayatım her şeyiyle yeterli. Hayatıma nasıl devam edeceğime henüz karar vermedim ama hayatım yeterli. Hadi bu hayatı yaşayalım."


2 yorum:

  1. Ay kaç zamandır konuşmuyoruz. Son yayınladığın yazıların hepsini okumadım ilk onu söyleyeyim. Bunun da nedeni bazılarını izledikten sonra okuyucam. Ama bu diziyi gördüğüm an hemen başladım okumaya. Çünkü bende izlediiim ve bayılıyorum bende böyle yapımlara. Benimde hayatımın son aşaması deniz gören küçük bir kasaba gibi geliyor. Şimdi değil ama bir gün eminim bende bu şekilde taşınıcam gibime geliyor. Büyük şehir kalabalığı hiç çekilmiyor.
    Yeo Rum karakterini bende çok sevdim. Çok dingin olması ruhuma iyi geliyor sanki. Benim gibi kafasının içi susmayan birine göre ne istediğini bilen ve sade bir yaşamı olan bir insan. Kendisine imreniyorum. Hayatını yönetme tarzı çok güzel. Bir anda herşeyi bırakabilmesine helal olsun dedim. Bir şey hariç galiba. Evet anı yaşayıp mutlu olmak gerekir ama geleceğide düşünmek gerekir. Ben kendine daha iyi bir iş bulmasını isterdim.
    Ahn Dae Boom'a gelirsek tatlışım benim ya. Adamı gördükce mutlu oluyorum. Ben böyle tatlı erkek başrollere dizilerde bayılıyorum. Çekingenliğini anlıyorum ve akademi bence de onun için gereksizdi ama arkadaşına hakvermiyor değilim. Bence insanın hayatında yapması gereken bazı misyonları var. Doğduysak bunun bir anlamı olmalı. Arkadaşı onun iyiliği için söylüyor ki zaten kendiside orda ne dönüp bittiğini öğrendiği zaman pişman oluyor. Hem Dae Bum'un sonrasında da fizik profesörüne yardım etmesi çok hoşuma gitmişdi(doğru hatırlıyorsam eğer üstünden çok uzun zaman geçtide izlememin)
    Ergenliği her haliyle gördüğümüz o ikilii ayy ama ben burda Kim Bom'u anlamadan edemiyorum pırıltı. Kızın hayatı zaten çöküşde hep evet bende çok sinir oldum oğlana hiç bir şey anlatmamasına ama onu da anlıyorum. Kendini ezdirmek istememesi, onun yanında küçük düşme korkusu. Üstelik hele o babası ben asla affedemezdim bu arada. Babannesi çok tatlı kadındı bencede.
    Benim genel yorumumsa seninkiyle tamamen aynı. Seri katil olayı çok saçmaydı bencede ama diziye heyecan katmak istemişlerde neyse. Ve evet tam bir green flag ilişki.
    Böyle dizileri izlerken bir nebze olsun sakinleşsemde sonrasında gelen sabırsızlık duygusuyla başa çıkmam çok zor oluyor....

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bende bir şeyleri keyifle tartışmayı özledim. Kaç zamandır nedeni bilinmez bir boşluktayım. Birazda üniversitenin son senesinin verdiği gerginlik var tabi.
      Ben Yeo Reum'un kütüphanede çalışması çok güzel olabilirdi mesela. Hem devamlı bir iş, hem de gelişime açık bir yer. Sonrasında belki bunu yapar. Dae Bum içinse dediğine katılıyorum. Fiziği daha eğlenceli bir hale getirebilirdi. Bunun için en güzel örnek aklıma gelen 3 idiots filmindeki adam mesela. Kendine olağan ve çok güzel bir yer yaratıyor. Akademi ile ilgili dediğine gelirsek çok zor gerçekten. Öğrencisinin tezinin üstüne çöken o kadar çok profesör varki utançverici gerçekten.
      Kim Bom için dediğinede katılıyorum tatlı balım tekrar diyorum ben onun yerinde olsam asla babamı affedemezdim. Olgunluğuna hayranım.

      Sil