29 Ekim 2021 Cuma

Dizi Yorumu: Move To Heaven


Herkese tekrardan çokça merhabalar. Bugün çok yakın tarihlerde yayınlanmış olan Move To Heaven'ı konuşacağız. Çok net söylüyorum ki Move To Heaven son zamanlarda izlediğim en kaliteli işlerden birisi. Gerek sinematografisi, gerekse konusu ve bu konuyu işleyiş tarzı, sonra oyuncuları. Her yönden şapka çıkarttığım bir yapım oldu. Bunun dışında diziyi 16 bölüme tamamlamak için kasmayıp uzatmamaları ve tam tadında bırakmaları da dizide çok beğendiğim şeylerden birisiydi. Ha 16 bölüm olsaydı da izler miydim, izlerdim o ayrı.

Zaten dizi Ekim başında yapılan Asia Contents Awards ödül töreninden üç ödülle döndü. En iyi yazar, en iyi yaratıcı, en iyi aktör (Lee Je Hoon) ödüllerini aldılar. Yayınlandığı dönemde de imbd'de en yüksek puana sahip Netflix içeriğiydi ve bunu başarabilen tek Kore dizisiydi.

Bence son zamanlarda yapılmış en özgün işlerden birisi olan Move To Heaven'ı size o kadar çok tavsiye ediyorum ki. Lütfen izleyin. Anlatmaya çalıştıkları, söylemek istedikleri ve mesajları çok kuvvetli olan bir dizi. İzlerken nasıl akıp gitti anlamadım, gözlerimi ovuşturarak kalktığımda ilk beş bölümü soluksuz izlediğimi fark ettim. Böyle dizileri izleyince birden fark ediyorum. Herkesin farklı hayatları var, eşsiz hayatlara sahibiz. Ama ne olursa olsun, bir gün hayatımız sona erdiğinde hepimiz arkamızda farklı hikayeler bırakıyoruz. Tüm bu hikayelere tanık olduk aslında. Çok... Bilmiyorum, çok güzeldi ya. Lütfen izleyin.


MOVE TO HEAVEN
Yönetmen: Kim Sung Ho
Senarist: Yoon Ji Ryeon
Yayıncı: Netflix
Bölüm Sayısı: 10
Yayın Tarihleri: 14 Mayıs 2021

Han Geu Ru, Asperger sendromuna sahip bir gençtir. Babası Han Jeong U, Move To Heaven adında bir olay mahalli temizlik şirketi işletirken ona yardım etmektedir. Geu Ru'nun babası Jeong U varolan bir rahatsızlığından dolayı aniden hayatını kaybeder. Avukatı, Geu Ru'nun vasisi olmak için amcası Cho Sang Gu'yu seçtiğini söyler. Şartı, Sang Gu ve Geu Ru'nun üç ay boyunca uyumlu şekilde aynı evde yaşamaları ve Move To Heaven'ı devam ettirmeleridir. Sang Gu bunu başarabilirse resmi olarak Geu Ru'nun vasisi olabilecektir.
Hikaye Kim Shae Byeol'ün Ddeonan Hooe Namgyeojin Geotdeul isimli makalesinden uyarlanmış.

Move To Heaven'a sadece olay mahalli temizlikçisi demek çok mantıklı olmuyor. Çünkü sadece orayı temizlemekle kalmıyorlar. Merhum için anlam ifade eden bazı şeyleri, imzaları olan sarı kutulara toplayıp bunlara değer vereceğini düşündükleri kişiye götürüyorlar. Aynı zamanda kişinin hayattayken yapmak istediği bir şey varsa bunu yapıyorlar. Mesela dördüncü bölümde, anaokulu öğretmeninin öğrencileri için aldığı kitapları öğrencilere götürmüşlerdi.

Başlamadan önce fragman izlemek isteyenleri şuraya ve buraya alabiliriz.

-spoiler başlangıcı-

Oyuncu Kadrosu

Cho Sang Gu (Lee Je Hoon)

Lee Je Hoon oynadığı bir çok efsanevi rolüyle rüştünü ispatlamış bir oyuncu. Hala izlemediğimi söylemekten utandığım Signal, Shin Min Ah'la oynadığı Tomorrow With You, yine çok fazla övülen Taxi Driver yer aldığı dizilerden yalnızca bazıları. 
Cho Sang Gu ise, dizide Jeong U'nun baba bir kardeşi ancak araları uzun süredir kötü. Jeong U'yu suçluyor bunun için ancak aslında Jeong U'nun olayda hiç suçu yok. Sang Gu ise bir dövüşçü ancak dövüş sırasında birisini çok ciddi yaraladığı için hapse girip çıkıyor. İlk beş bölümde nefretlik bir tipti. Gerçekten kendisini hiç sevmedim ve bunu o iğrenç saç şekline rağmen hala anlamsızca yakışıklı olması ya da paçasından karizma akması değiştiremedi. Gerçekten çok karizmatik ama söylemeden geçmeyelim. Başta bu işi Geu Ru'nun parası için yaptığı çok belliydi zaten saklamadı da. Evi satmaya çalıştığında gaza gelip "Boyun posun devrilsin!" demişliğim de var. Beni en çok güldürdüğü kısım, cenaze için bir başka cenazeden çelenk çalmasıydı ahahsjjd bu arada tamamen haklı olduğunu söylemeliyim bin tane çelenk var zaten, bir tanesini alsa ne olur? Sonra köşeyi dönüp Geu Ru'ya yakalandığı yerdeki ifadesi de muhteşemdi ahshdhdhd
Altıncı bölümden sonra değişiyor Sang Gu ama bu çok doğal bir değişim oluyor aslında. Yavaş yavaş alışıyor yeğenine, hayata. En çok değişen karakter o sanırım. Sang Gu'nun dramını ise tam olarak 7. bölümde görüyoruz. Ona en çok üzüldüğüm bölüm o bölümdü. Su Cheol'e "Kalkmasana. Kalkma yerden serseri!" diye bağırdığı yerler içimi parçaladı. O bölümden sonra çok büyük bir acıya sahip bir adam olduğunu görüp empati yapmaya başlayabildim. Abisinin ona aslında çok düşkün olması ama bu kadar talihsiz şekilde ayrı düşmelerine ve Sang Gu'nun gerçeği çok geç öğrenmesiyse kalbimi çok çok çok incitti. Finalde eğer Sang Gu'ya bir şey olsaydı, çok üzülürdüm.
Çok alakasız bir not: Ben Junho'yu Je Hoon'a inanılmazz benzetiyorum. Junho biraz yaşını başını aldıktan sonra Lee Je Hoon gibi görünecek muhtemelen.



Han Geu Ru (Tang Joon Sang)

Tang Joon Sang'ı daha önce hepimiz Crash Landing On You'da izledik. Orada grubun bebikiydi hatırlarsanız. 2003'lü olan bebik Joon Sang'ın orada süper bir oyunculuk sergilemesi gerekmiyordu ama burada oyunculuğuna şapka çıkardım açıkçası. Asperger sendromuna sahip bir birey olarak iletişim becerileri biraz sınırlı. Herkesle çok resmi bir şekilde konuşuyor ve duyguları anlamlandırmakta zorlanıyor. Her zaman dürüst olmaya ve doğru olanı yapmak onun için görev bilinci. Move To Heaven'da hizmet verdikleri herkesin anısına çok saygısı olması ve kafasına koyduğunu yapması da aslında bu görev bilincinin bir parçası. 
Geu Ru'nun en başta amcasına karşı çok kapalı olması, babasının olan hiçbir şeye dokundurmaması ve onu bariz biçimde yok sayması, sonraki bölümlerde yavaş yavaş azaldı. Çok doğal bir biçimde birbirlerine alışmalarını izledik. Özellikle son bölümde amcasına bir şey olmasını istememesi, ona kahvaltı hazırlaması, gecenin bir yarısı hastaneye gidip kontrol etmesi ve tabi ki vasiliğe devam etmesini istemesi amcasına çok alıştığının en büyük kanıtları. Tüm o sahneler yüreğime dokundu. Onun dışında kendi ailesiyle olan sahneleri de çok dokunaklıydı. Babasının onu ne kadar sevdiğini, nasıl gurur duyduğunu gördük. Amcasının ilk bölümlerde ona, "Babanın senden utanmadığını nereden biliyorsun?" sorusuna verdiği cevapta da hissettik bu sevgiyi. "Hayır. O benden hiç utanmadı. Konuşamadığım için alay ettiklerinde veya derste çok konuştuğum için okulu bırakmam gerektiğinde babam, sorun yok, demişti. Hatalı olmadığımı, farklı olduğumu söylemişti. Utanmadığını, çünkü yanlış bir şey yapmadığımı da." 

Geu Ru'nun babasına hayat veren oyuncu da Ji Jin Hee. Kendisi benim ilk aşkım olur, Jewel in the Palace ya da hepimizin bildiği adıyla Saraydaki Mücevher'in Min Jeong Ho'su. Çok güzel yaş almış. Burada da harika bir insanı canlandırıyordu. Han Jeong U. Aslında kardeşi Sang Gu'yu hep gözetmiş korumuş, ona evden onu alacağına söz vermiş olmasına rağmen AVM kazasında göçük altında kaldığı için gelememiş ve daha sonra da iki kardeş birbirlerinin izini kaybetmiş. Sang Gu, abisini gelmediği için asla affetmezken, abisi onu bulup kendini anlatma şansı bulamamış. Bu iki kardeşin hikayesi de gerçekten yürek parçalayıcıydı, Jeong U'nun Geu Ru'yu geziye götürdüğü yerlerin de kardeşinin doğum günü planı olması ayrıntısı da yüreğime dokundu. Onuncu bölümde Jeong U'nun hayatının detaylarını da daha net öğreniyoruz. Eşi, Geu Ru'yu nasıl evlat edinmeye karar verdikleri, ilk bölümde kullandığı işaret dilini nereden öğrendiğini bile. Ve tüm bu anlar öyle duygusaldı ki. Geu Ru'nın annesinin, Jeong U'ya sarılıp Geu Ru'nun konuştuğu için mutluluktan ağlaması, annesi olmasına izin verdiği için teşekkür etmesi. Beni en çok etkileyen şeylerden birisi de Geu Ru'nun annesini özlemesi üzerine babasının, anılarını göz kapaklarında biriktirdiğini söylemesi. İnsanı bir şekilde rahatlatan bir düşünce. "Ama Geu Ru, gördüklerini asla unutmayacaksın. Tüm anılarımızı gözlerinde biriktirdin. Bu yüzden sorun olmayacak, tamam mı?" Ah, o veda videosu... Daha ilk bölümde diziden ayrılmana rağmen gönlümüzü fethettin Han Jeong U.

Bir iki dizide de bahsi geçtiğini fark ettiğim kaza, gerçek bir kaza aynı zamanda. 95 yılında Sampoong isimli alışveriş merkezi çöküyor. En acısı da kazanın göz göre göre gelmesi. Zaten taşıyıcı kolonlar sırf bir iki dükkan daha eklemek uğruna kesiliyor ve ek bir kat daha ekleniyor. En erken belirtiler iki ay önce başlıyor, çatlaklar oluşuyor. Kaza günü erken saatlerde çatırtılar ve çatlamalar artıyor ancak birileri para kazanmak istediği ve asla gözü doymadığı için bunlar göz ardı ediliyor. Arkada yarım kalmış binlerce hikaye ve acı kalıyor. En çok da böyle hikayeler içimi burkuyor. O insanlar bir doğal afetle, bir savaşta ya da doğal sebeplerle ölseydi de yeterince acı olacaktı zaten. Ama sırf birileri daha fazla para kazanma hırsına sahip olduğu için öldüler, ihmal yüzünden öldüler. Bu acısına tahammül edilebilmesi zor, zehir zemberek bir şey. Move To Heaven böyle bir şeyi tekrar dillendirdiği için bile benzerlerinden sıyrılıyor benim için. 



Yoon Namu (Hong Seung Hee)

Hong Seung Hee'yi daha önce hiçbir yerde izlemedim, yine de buna oranla oyunculuğunun oldukça iyi olduğunu söyleyebilirim. Yoon Namu dizide, Geu Ru'nun karşı sokağında oturuyor ve küçüklükten beri arkadaşı. Son bölümde Sang Gu'nun, "Komşu! Bu serseri nereye gitti?" demesine kahkaha attım hatta ahahahaha. Namu eskiden beri Geu Ru'yu hep korumuş kollamış. amcası geldiğinde de ona güvenemediğinden dolayı onları göz hapsine alıyor. Hatta Geu Ru'nun bebek telsizini kullanıyor, Sang Gu'nun nereye gidip geldiğini kontrol ediyor, Geu Ru'yu amcasına karşı savunuyor, Move To Heaven'a katılıyor gizli gizli. Bir arkadaştan bekleyeceğimiz her şeye sahip yani. Hatta Avukat Oh, onları iyice gözetlemesini söylüyor çünkü üç ay sonunda Sang Gu'nun vasiliğini onaylamak için onun fikrine de ihtiyaç duyuyor. 
Bence çok tatlı bir karakterdi. Sang Gu ve Geu Ru iki ayrı uçlarda, birbirinden çok farklı karakterler. Ama Namu bir yerde, onları bir şekilde dengeliyor. O yüzden bence dizide çok belli bir yeri vardı. Olmasa eksik olurdu.
Dizinin sonunda açıktan açığa Move To Heaven'da çalışacak olmasına çok sevindim. 






Dizi hakkında söyleyebileceğim binlerce şey var. Bunlardan ilki şu ki, göz ameliyatından sonra izlediğim ilk dizi bu olmasa iyi olurmuş. Hiçbir bölümünde gözümden yaş eksik olmadı ve her bölümde bir göz yanması yaşamak zorunda kaldım. Bu ne dram insafsızlar. Ve ayrıca hiçbir bölümde zorlama, boş bir dram yok. Tüm hikayelerde, o insanların hayatı o kadar trajik bir şekilde son buluyor ki... Bu insanlar çalışırken iş kazası geçiriyor ancak korkunç çalışma şartları yüzünden hastaneye gidemiyor, hastalarını kurtarmaya çalışırken, tam da hayatta en çok sevdiği insanla barışacakken yaralanarak ölüyor, ailesini bulmak için Kore'ye geliyor ancak hastalığı izin vermiyor... Hepsinin arkasında binlerce hikaye kalıyor, amaçlar kalıyor, umutlar kalıyor. Tüm bölümleri izlerken, hayatta üzüldüğüm şeyler o kadar boş geldi, o kadar saçma geldi ki. Birilerinin hayatı hiç hak etmediği şekilde sonra eriyor ve bu her gün, her gün yaşanıyor. Geride sadece anılar ve yarım kalmış hayatlar kalıyor.

Dizinin dram dozu başta daha yüzeysel ve sadece anlatılan hikayelerle sınırlı. Ancak 7. bölümden itibaren dizinin konusu ana karakterlere kayıyor ve tam da o bölümde Sang Gu'nun hikayesini izliyoruz. İlk bölümlerde de ağlamıştım ancak her dakikası boyunca gözümde yaşın kurumadığı ilk bölüm 7. bölümdü. Sang Gu için çok üzüldüm bu bölüm, Su Cheol için de öyle. Öyle güzel eğitmiş, öyle güzel gururlanmış ki Su Cheol için, böyle bitmesi çok üzücüydü. 
Yedinci bölümden sonra eksen Geu Ru'ya kayıyor. 9. bölümdeki Matthew Green bile bir şekilde Geu Ru'nun evlatlık oluşuyla bağlantılıydı. Geu Ru'nun evlat edinme hikayesini, yurt dışına evlatlık verilen bir bebeğin hikayesiyle birleştirmeleri çok akıllıcaydı, Geu Ru'nun hikayesi de bölümün ana hikayesine güzelce yedirildi. Ne alaka şimdi demedik. Eksenin ana karakterlere kayması da başarılı bir kaymaydı. On bölümü de farklı hikayelerle tamamlamaları monotonluk yaratabilirdi ancak başarıyla kurtarıldı ve hikayedeki tüm düğümler son üç bölümde çözüldü.
8. bölüm ise tam anlamıyla bombaydı ve hikayenin kırılma noktasıydı! Sang Gu'nun Geu Ru için ilk defa endişelenmesi ve ona ismiyle hitap etmesi, Geu Ru'nun babasıyla çıktığı yolculuğun aslında onun küçüklüğündeki doğum günü planı olduğunu fark etmesi, Jeong U'nun ona her yıl aldığı hediyeleri bulması ve onu almak için neden gelemediğini öğrenmesi ve Geu Ru'nun evlatlık alındığını öğrenmesi falan... Gerçekten tam bir bombaydı, bölüm bitince resmen afallamıştım. 

Yukarıda da kısa kısa bahsettim ancak Sampoong Alışveriş Merkezi Kazasından bahsetmeleri bence gerçekten çok dokunaklıydı. Bunu hikayeye yedirmeleri, kardeşlerin arasındaki düğümü buna bağlamaları da mantıklıydı. Jeong U'nun kardeşine söz vermesi, ama alışveriş merkezinin çökmesi yüzünden gelememesi, sonra birbirlerinin izini kaybetmeleri... En çok içimi ezen kısım ise Jeong U'nun her yıl kardeşi için spor ayakkabı alması oldu. Sang Gu'nun yüzündeki ifade, ağlaması her şeyi anlatıyordu zaten. 

İşleri yürütüş şekilleri de çok değerliydi. Tüm hikayelere saygı duymaları, odaya girince şapkalarını çıkarmaları, tüm eşyaları nazik biçimde toplayıp kutulamaları... Zaten çöpleri atmak için çağırdıkları kamyonun şoförü bile bu işi bu kadar saygıyla yapan tek kişinin Geu Ru ve babası olduğunu söylüyorlardı. Bu kısmı da çok hoştu.

Sahne içi müzik kullanımı çok iyiydi. Dizinin belli bir şarkısı yoktu sanırım, hiç duymadım ancak Geu Ru'nun odaları temizlediği sahnelerde kullanılan klasik müzikler bir harikaydı. Youtube'da tüm müzikler playlist halinde bulunabiliyor, meraklısına buyrulur. Denedim, uyumadan önce epey iyi gidiyor.

Son bölümden bir önceki bölüm sanki Sang Gu'ya bir şey olacakmış gibi bir izlenim verdiler ancak finalde dövüş işinin hiç uzamayıp kolayca çözülmesine çok sevindim çünkü eğer finalin geneline yayılsaydı hem eksen kayacaktı hem de amcaya bir şey olsun istemeyiz. Onun dışında finalde Avukat Oh bize bir fake attı ama amcanın vasi olmaya devam etmesi çok sevindirdi beni. Daha da sevindirici olansa, bunu duyunca verdiği tepki ve dolan gözleriydi. Ulan Sang Gu... Finalde Geu Ru'nun ailesiyle olan her sahnesinde gözyaşlarım aktı. Koşup koşup ağaca sarılması ise... Ah. 
Finalin ucu çok açık bitmedi ama devam etmeye açık bir yerde kaldı aslında. Belki bir ikinci sezon gelebilir. Ancak bence bu haliyle de mükemmel.

Hani, en sevdiğim kitap olan Çavdar Tarlasında Çocuklar'da geçen bir söz var ya: "Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence iyidir." Diziyi bitirdikten sonra, keşke senarist arkadaşım olsaydı diye düşündüm, söyleyeceklerim bu kadar. Lütfen, lütfen izleyin!



















Geu Ru'm <3...


Bu sahne...




"Sana hep ne söylüyordum? Birini görememen, yanında olmadığı anlamına gelmez. Onu hatırladığın sürece o hiçbir yere gitmez."


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder